“Muhalefete muhalefet etmek” denilen şey aslında kendini muhalif olarak tanımlayan aktörlerin mevcut iktidar ilişkilerini yeniden üretmelerine karşı çıkıp muhalif olarak sınıflandırılan aktörlerle iktidar denilen aktörler arasındaki bir takım ilişkileri ve geçişkenlikleri görünür kılmanın eleştirisi.
SERHAT TUTKAL
Her zaman bu şekilde ifade edilmese de “muhalefete muhalefet etme” eleştirisinin son dönemde sıklıkla dile getirildiğini görüyorum. ODTÜ öğrencilerinin Ali Babacan’ı protestosuna yönelik bu türden eleştirilere dair çok güzel bir yazıyı Ali Rıza Güngen bu sitede yazmıştı.[1] Kendini muhalefette konumlandıran bazı siyasal aktörlere yönelik eleştiriler ve tepkiler sıklıkla “muhalefete muhalefet etmek” veya “iktidarın ekmeğine yağ sürmek” biçiminde nitelendiriliyor. Bu yalnızca kurucu kadrolarının çoğunluğu eski AKP yöneticilerinden oluşan DEVA ve Gelecek partilerine yönelik tepkilerde değil, ana muhalefet partisi CHP’ye veya CHP belediyelerine yönelik eleştirilerde de söz konusu oluyor. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ulaşım zamlarını protesto eden eylemciler bir anda muhalefete muhalefet edip iktidarın ekmeğine yağ sürmekle eleştirilebiliyor.
İlginçtir ki “muhalefete muhalefet etme” ve “iktidarın ekmeğine yağ sürme” eleştirileri her muhalif aktöre yönelik tepkilerde ve tutumlarda dillendirilmiyor. Beni bu yazıyı yazmaya yönlendiren de kendini muhalif olarak nitelendiren bazı siyasetçilerin HDP milletvekili Garo Paylan’a yönelik yer yer saldırıya varan tepkileri karşısında bu “muhalefete muhalefet etmek” türünden suçlamaların unutulmuş olması. Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılması örneğinde de gördüğümüz bu durum Türkiye’de iktidar kavrayışına dair bazı tartışmaları gerekli kılıyor. Kısaca Garo Paylan ve Semra Güzel örneklerine değindikten sonra iktidar ve muhalefet kavramları üzerine bazı değerlendirmeler yapacağım. Amacımı baştan belirteyim: “muhalefete muhalefet etmek” denilen şeyin aslında “muhalefete muhalefet etmek” olmadığını savunacağım. Bu tepkilerin gerçekten muhalefete muhalefet edildiği zaman değil, mevcut iktidar ilişkilerine dahil olabilen ve belirli konular gündeme geldiğinde bu ilişkilerdeki konumunu sağlamlaştıran ve iktidar uygulama kapasitesini artıran muhalif aktörlere yönelik eleştiriler söz konusu olduğunda verildiğini öne süreceğim. Yani, “muhalefete muhalefet etmeyin” eleştirisiyle kastedilenin aslında “muhalif aktörlerin mevcut iktidar ilişkilerine dahil olarak ülke içindeki konumlarını güçlendirmelerine ses etmeyin” demek olduğunu göstermeye çalışacağım.
Ali Babacan’ın ifade özgürlüğü – Garo Paylan’ın ifade özgürlüğü
ODTÜ öğrencilerinin DEVA Partisi genel başkanı Ali Babacan’ı protesto etmelerini ifade özgürlüğüne saldırı olarak gören muhalif bazı düşünürler görebildiğim kadarıyla Garo Paylan’ın Ermeni Soykırımı’nın tanınması kanun teklifine yönelik tepkilerde ifade özgürlüğü yönünde bir sorun tespit edemediler. Millet İttifakı’nın üyesi olan Demokrat Parti’nin genel başkanı Gültekin Uysal “102. Kuruluş yıldönümünü dün kutladığımız TBMM üyesi bir Hdp milletvekili tarafından İnsanlığın yüzünü kızartacak zulüm ve soykırımlara maruz kalmış Türk Milletine karşı ‘soykırım’ iddiasını şiddetle reddediyorum!” şeklinde bir tweet yazdığında[2] kendisine muhalefete muhalefet etmemesi gerektiği hatırlatılmadı.
Hiç kuşkusuz DP genel başkanının HDP milletvekilini eleştirmemesini gerektirecek bir durum yok. Fakat ODTÜ öğrencilerini muhalefetin bekası adına Ali Babacan’ı protesto etmemeye çağıranların burada da muhalefetin bekasını gözetmeleri beklenebilirdi. Özellikle bir başka Demokrat Parti milletvekilinin, Cemal Enginyurt’un, eleştiri sayılamayacak saldırısı göz önüne alındığında:
“Hdp li Garo Paylan,1915 olaylarının Ermeni soykırımı olarak tanınması için TBMM’ye kanun teklifi vermiş.
Garo efendi!
Anlaşılan Meclisleri karıştırdın.
Burası Türkiye ve TBMM de görev yapıyorsun.
Türk Milletine yönelik bu çirkin tavrını lanetliyorum.
Hadsizlik yapıyorsun.”[3]
Burada ilginç bir durumla karşı karşıyayız. Hiçbir siyasal partinin üyesi olmayan ama Babacan’ı veya İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ni protesto eden vatandaşlara muhalefete muhalefet etmeme görevi yükleyenlerin önemli bir kısmı, Millet İttifakı üyesi bir milletvekilinin Garo Paylan’ı hedef göstermesini muhalefete saldırmak olarak görmüyor.
Farz edelim ki Demokrat Parti etkisi görece zayıf bir siyasi parti olduğu için konuşulmadı. İYİ Parti genel başkanı Meral Akşener’in yazdıklarına ne diyeceğiz:
“TBMM’ye verdiği sözde “soykırım” teklifiyle, milletimizin başını yere eğdirmeye kalkan hadsizliği şiddetle kınıyorum.
Büyük Türk Milleti’nin, gurur duyulacak bir tarihi vardır. Bizler burada oldukça, hiçbir kirli ajanda bu gerçeği değiştiremez.”[4]
Millet İttifakı’nın ikinci büyük partisinin genel başkanı açıkça bir HDP milletvekilini hedef gösteriyor. Madem Türkiye’de muhalefete muhalefet etmeye, iktidarın ekmeğine yağ sürmeye bu kadar büyük bir tepki var, bu tepki neden Garo Paylan için gösterilmedi? Acaba Garo Paylan’ın durumu istisna teşkil eden bir durum mu yoksa “muhalefete muhalefet etmeyin” diyenlerin asıl söylemek istediği şey başka mı? Bu soruya cevap verebilmek için hızlıca Semra Güzel örneğine de bakalım.
Meclisten bir muhalif vekil eksilmesi muhalefete zarar vermiyor mu?
HDP milletvekili Semra Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılması TBMM’de 1 Mart 2022 tarihinde oylandı. Oylamada dokunulmazlığın kaldırılmasına 313 kabul ve 52 ret oyu çıktı.[5] 56 HDP milletvekilinden oylamaya katılan 47 milletvekilinin tamamı, 4 TİP milletvekilinden oylamaya katılan 3 milletvekilinin tamamı, DBP’nin tek milletvekili ve 1 bağımsız milletvekili ret oyu verdi. 333 kabul oyununsa 259’u Cumhur İttifakı üyesi milletvekillerinen geldi. İYİ Parti’nin oylamaya katılan 26 milletvekilinin tamamı, CHP’nin oylamaya katılan 25 milletvekilinin tamamı, sonradan AKP’ye katılan İsmail Ok ile bağımsız milletvekilleri Mehmet Ali Çelebi ve İsmail Koncuk dokunulmazlığın kaldırılması yönünde oy kullandılar.
“Muhalefet yıpranmasın da ne olursa olsun”, “gerekirse eylem de yapılmasın”, “mühim olan muhalefetin bekası” türünden argümanlara sahip düşünürler nedense Semra Güzel’in muhalif bir partinin milletvekili olduğunu unutmuş gibiler. Aleyhindeki davanın esasen bir kumpas davası olduğu, yıllar önce çözüm süreci döneminde çekilen bir fotoğraf üzerinden linç edildiği gibi bilgiler de bir tarafa itilmiş. Peki, neden? Söz konusu muhalefetse gerisi teferruat değil miydi? Bu muhalefete HDP neden dahil edilmiyor?
İktidar kavramı üzerine
İktidar gibi sosyal bilimlerin en tartışmalı, üzerine en çok yazıp çizilen kavramlarından birini burada uzun uzun tartışma imkanım yok. O yüzden konu üzerine kısaca Michel Foucault’nun pozisyonunu özetleyip yazının ana konusuna döneceğim. Foucault’da iktidar kavramının çok önemli bir özelliği var. İktidar sahip olunabilen bir şey değil. Yani iktidar elde tutulabilen, biriktirilebilen, paylaşılabilen bir şey değil Foucault için. İktidar yalnızca eylem halinde var olan, uygulanabilen bir şey. Bu demektir ki iktidara sahip olanlar ve sahip olmayanlar ayrımı doğru bir ayrım değil. İktidarı uygulayanlar var, iktidar her zaman ilişki halinde ortaya çıkan bir kavram.
Foucault için iktidar bireyler üzerinde değil eylemler üzerinde uygulanabilen bir şey. Yani bir başkasının eylemini kontrol edebilmemizi, biçimlendirebilmemizi, yasaklamamızı veya mümkün kılmamızı sağlayan şey iktidar ilişkileri. İktidardan kastedilen eylem üzerine bir eylem. Neyin mümkün olup olmadığını, neyin olası olup olmadığını etkilememizi sağlayan, gelecekte gerçekleşecek eylemleri biçimlendirebilmemize imkan veren bir şey. İktidar imkan alanında faaliyet gösteriyor. Çeşitli eylemleri kolaylaştırmamızı veya zorlaştırmamızı, hatta yeri geldiğinde engellememizi sağlıyor.
Foucault’nun açıklamalarına göre iktidara sahip olan bir grup aktör ve iktidara sahip olmayan bir grup aktör söz konusu değil. Mevcut iktidar ilişkileri var. Bu iktidar ilişkilerine dahil olma biçimlerimiz var. Bu şekilde olası eylemleri etkileyebiliyoruz. Bu iktidar ilişkilerine mevcut hakimiyet ilişkilerini meşrulaştıracak, yeniden üretecek, dönüştürecek veya bunlara toptan karşı çıkacak biçimde müdahale etmemiz mümkün.
Türkiye’de iktidar ve muhalefet
Foucault’dan tekrar Türkiye örneğine döndüğümüzde görebiliriz ki Türkiye’de belirli hakimiyet ve sömürü ilişkilerini, bir takım eşitsizlikleri meşrulaştıran, yeniden üreten, bunların devamlılığını sağlayan hakim iktidar ilişkileri var. Bu ilişkilere çeşitli aktörler çeşitli biçimlerde dahil oluyor. Hiç kuşkusuz AKP yöneticileriyle örneğin DP yöneticilerinin bu ilişkilerde eşit belirleyiciliğe sahip oldukları gibi saçma bir görüşü savunuyor değilim. Aktörlerin etki kapasiteleri çeşitli etkenlere ve etkilenmeye çalışılan eylemlere bağlı olarak değişkenlik gösteriyor. Bununla beraber ülke siyasetini bir iktidar kampı ve bir muhalefet kampına indirgeyen yaklaşımın olguları anlamlandırmakta yetersiz kaldığı açık. Odaklanmamız gereken esas mesele eylemlerdir. Yani, mevcut iktidar ilişkilerini, sömürüyü, baskıyı, eşitsizlikleri yeniden üreten eylemleri tespit ettiğimiz yerde iktidarı görebiliriz. Mevcut iktidar ilişkilerine karşı çıkan, eşitliği, özgürlüğü hedefleyen eylemlere baktığımızda ise muhalefeti görebiliriz. Aktörleri bir süreliğine unutup salt eylemleri değerlendirebilsek doğru konum alma imkanımız da oldukça güçlenecektir düşüncesindeyim.
“Muhalefete muhalefet etmek” denilen şey aslında kendini muhalif olarak tanımlayan aktörlerin mevcut iktidar ilişkilerini yeniden üretmelerine karşı çıkıp muhalif olarak sınıflandırılan aktörlerle iktidar denilen aktörler arasındaki bir takım ilişkileri ve geçişkenlikleri görünür kılmanın eleştirisi. CHP genel başkanı Kemal Kılıçdaroğlu 2016’daki dokunulmazlıkların kaldırılması teklifine, anayasaya aykırı olduğunu kabul ettiği halde “evet” diyeceğini beyan ettiğinde[6] veya Pençe-Kilit operasyonuna destek açıklaması yaptığında[7] bunlara tepki gösterenler muhalefete muhalefet etmiyorlar. Burada benimsenen pozisyon mevcut iktidar ilişkilerine karşı çıkan, onları dönüştürmeye çalışan bir pozisyon değil aksine bu ilişkilere eklemlenen, onları meşrulaştıran ve yeniden üreten bir pozisyon olduğundan dolayı bu pozisyona karşı çıkmak tam da günlük konuşmada kullanıldığı anlamıyla iktidara muhalefet etmektir. Gerçek bir muhalefet ancak aktörlere odaklanmaktansa mevcut iktidar ilişkilerini yeniden üreten, onların devamlılığını sağlayan eylemlerin karşısında konumlanmakla mümkün olur.
Türkiye kamuoyu büyük ölçüde aktörlere aşırı önem atfetme eğiliminde olduğu için altını çizme ihtiyacı hissediyorum, “Kılıçdaroğlu da aslında iktidardır” gibi sığ bir imada bulunuyor değilim. Kılıçdaroğlu’nun da Babacan’ın da hatta yeri geldiğinde HDP üyesi siyasetçilerin de mevcut iktidar ilişkileriyle uzlaşan, onları yeniden üreten eylemleri (ve spesifik bir eylem türü olarak söylemleri) olmaktadır. Amacımız mevcut düzeni değiştirmekse bu türden eylemlerin (ve söylemlerin) karşısında konumlanmak “muhalefete muhalefet etmek” veya “iktidarın ekmeğine yağ sürmek değil” aksine muhalefet etmenin gereklerini yerine getirmektir. Bana kalırsa sömürüye, eşitsizliğe, baskıya, hakimiyete, ezilenlerin daha da ezilmesine, aşağılananların daha da aşağılanmasına, halkların acı çekmesine, zenginlerin daha da zenginleşmesine sebep olacak eylemlerin karşısında konumlanmak; ezilenlerin, horlananların, sömürülenlerin lehine olacak eylemlerin ise arkasında durmak doğru olur.
“Muhalefete muhalefet etme” eleştirisi asıl meseleyi gizliyor. Eğer esas dert bu olsaydı Türkiye’yi bırakıp AKP ve MHP ile birlikte Kazakistan muhalefetine dahi muhalefet etmeye girişen CHP ve İYİ Parti yönetimlerine daha güçlü tepki gösterilirdi.[8] Garo Paylan muhalefet etmenin gereğini yerine getiriyor ama bizzat kendini muhalefette konumlandıran birçok aktörden tepki görüyor. Çünkü “muhalefete muhalefet etme” eleştirisi aslında kendini muhalefet saflarında konumlandıran aktörlerin de yeri geldiğinde hakim iktidar ilişkilerine eklemlenebildiklerini, bir dereceye kadar iktidar uygulayabildiklerini, iktidar-muhalefet şeklinde kesin biçimde birbirinden ayrılan kampların gerçek olmadığını ve bu kampların çoğu vatandaşın düşündüğünden çok daha geçişken olabildiğini açığa çıkarmaya yönelik eylemler karşısında ortaya çıkıyor. Halbuki Türkiye’deki kutuplaşmayı ortadan kaldırabilmek tam da aktör odaklı değil eylem odaklı bir siyaset okumasıyla mümkün olabilir.
Bitirirken
Bu yazıdan kesinlikle çıkarılmasını istemediğim sonuç, “hepsi aynı değil mi zaten” kolaylığına düşerek bütün aktörlerin aynı kefeye konulmasını istediğim sonucu olur. Tabii ki hepsi aynı değil, siyasal aktörler arasında önemli farklar var. Bu yazı devrimcilerin birincil olarak aktörlere değil eylemlere odaklanmasını, aktörlerin aidiyetlerine değil eylemlerinin olası ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel sonuçlarına göre pozisyon almasını teşvik etmek için yazıldı. “Muhalefete muhalefet etme” eleştirisinin, mevcut iktidar ilişkilerini onaylayan ve güçlendiren pozisyon aldıkları durumlarda muhalif olma iddiasındaki aktörlere yöneltilmesi gerekir, onları eleştirenlere değil. Eleştirilerin yıpratıcı değil yapıcı olmasına da özen göstermek gerekir çünkü siyasi parti, sendika veya stk olsun her türlü muhalif aktör yeri geldiğinde isteyerek veya istemeden mevcut iktidar ilişkilerinin yeniden üretilmesine yarayacak tutumları benimseyebilir. Mesele eleştirinin aktörün şahsına veya kimliğine değil benimsediği tutumun olası etkilerine yönelik olduğunu açıklayabilmektir.
[1] https://mavidefter.net/zatialiniz-uygunsa-sizi-protesto-edecegiz/
[2] https://twitter.com/DpGultekinUysal/status/1518139863199064064
[3] https://twitter.com/cenginyurt52/status/1517897206098976770
[4] https://twitter.com/meral_aksener/status/1517897554091986944
[5] https://www5.tbmm.gov.tr/tutanak/donem27/yil5/ham/b23694oylama.htm
[6] https://www.diken.com.tr/kilicdaroglu-akpnin-dokunulmazlik-teklifi-anayasaya-aykiri-ama-evet-diyecegiz/
[7] https://twitter.com/kilicdarogluk/status/1516101318712168455
[8] https://www.birgun.net/haber/akp-chp-mhp-ve-iyi-parti-den-ortak-kazakistan-aciklamasi-372937
Fotoğraf: TBMM arşivi