Latin Amerika solunun önemli bir kısmı kapitalist üretim ve tüketim düzeninin doğayı yaşanmaz hale getirdiğini, yoksulluğu ve suçu artırdığını öne sürmekte. Doğa talanının ve yoksullaştırmanın sonucu olarak fakir ülkelerden zengin ülkelere yönelik göçün ve ekonomik taleplerin ortaya çıkacağı, buna verilecek yanıtınsa kitlesel şiddet olacağı öngörülüyor.
SERHAT TUTKAL
Latin Amerika’nın iki sol aktörü son dönemde çokça konuşuluyor: Kolombiya’nın ilk sosyalist devlet başkanı Gustavo Petro ve Meksika’nın Güneydoğu bölgesinde faaliyet gösteren EZLN (Zapatista Ulusal Kurtuluş Ordusu).
Petro’nun konuşulması Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerine yönelttiği güçlü eleştirilerden kaynaklanıyor. 2022 yazında başkan seçilmesinden bu yana kapitalizmin öncü devletlerini eleştiren Petro’nun diğer Latin Amerika sol hükümetlerine yaptığı birlik çağrıları büyük ölçüde yanıtsız kaldı. Petro, kapitalizme ve zengin ülkelere yönelik sert eleştirilerine devam ediyor. Fakat Petro’nun son dönemde çok sayıda tartışmaya konu olması kapitalizm eleştirisinden çok Filistin’e açık desteğinden kaynaklanıyor. İsrail hükümetini sertçe eleştiren, soykırımla ve Nazi ideolojisini benimseyerek Hitler’in yaptıklarını tekrar etmekle suçlayan Petro, İsrail karşıtı yaptırımlar konusunda da Latin Amerika’nın sol hükümetlerine çağrı yapmış ama birçok liderden yanıt alamamıştı. Kıta genelinde yapılan Filistin’e destek eylemlerinde Petro lehine sloganlar atılmasıyla sıklıkla karşılaşılıyor.
EZLN’nin kuruluşunun kırkıncı yıldönümünde gündeme gelmesi ciddi bir yeniden yapılanma sürecine girmesinden kaynaklanıyor. Örgüt yapısını tamamen değiştirerek çok sayıda temel değişiklik yapan EZLN 22 Ekim’den bu yana konuya dair 14 bildiri yayımladı. Bu bildilerin içeriğine ve EZLN’yi dönüşüme iten koşullara değinen bir (veya birkaç) yazı yazmayı planlıyorum. Fakat bu yazıda yalnızca 28 Kasım 2023 tarihinde yayımlanan 14. bildiriye değineceğim. Bu bildiriyi Gustavo Petro’nun 1 Aralık 2023 tarihinde 2023 Birleşmiş Milletler İklim Konferansı’nda (COP28) yaptığı konuşmayla birlikte inceleyeceğim. Burada amacım Latin Amerika solunun birbirinden farklı kanatlarının benzer sorunlara odaklandığını ve benzer çözüm önerileri geliştirdiğini göstermek. Petro her ne kadar 1977 yılında henüz 17 yaşındayken şehir gerillası 19 Nisan Hareketi’ne (M-19) katılmış ve 1985’te “yasadışı silah bulundurmak” ve “komploculuk” suçlarından yargılanıp 1987’ye dek hapis yatmış olsa da M-19’nin silah bıraktığı 1990 yılından bu yana seçim siyasetinin içinde yer alıyor. EZLN ise otonomizme yakın devlet karşıtı bir silahlı yerli hareketi. Birbirinden bu derece farklı iki siyasal aktörün birkaç gün arayla benzer konulara değinmiş olmalarını çok önemli buluyorum. Bu konuların önümüzdeki dönemde Latin Amerika solunun gündeminin en üst sıralarında yer alacağını düşünmekteyim. İki açıklamada da değinilen üç ana başlık var: a) iklim krizi, b) göçmen krizi ve c) Filistin’deki soykırım. Bunlara her ne kadar Petro’nun COP28 konuşmasında vurgulanmasa da Petro’nun önceki konuşmalarında sıklıkla değindiği ve EZLN’nin 14. bildirisinde de bahsedilen d) organize suç başlığı eklendiğinde Latin Amerika solunun son dönemde sıklıkla tartıştığı konuları listelemiş oluyoruz. Bu konuların hepsi iç içe geçmiş durumda ve ilgili sorunların çözülebilmesi için büyük bir siyasal ve ekonomik dönüşüm gerekiyor.
İki aktör de iklim krizini kapitalist üretime (ve tüketime) bağlıyor. Petro, sermayenin fosil yakıtlar (kömür, petrol ve doğalgaz) üzerine kurulduğunu söylüyor. EZLN de sermayenin doğayla olan ilişkisinin yağmalama ve yok etme ilişkisi olduğunu, sermayenin en kısa sürede maksimum kâr hedefinin coğrafyaları yok ederek felaketlere yol açtığını öne sürüyor. Yeraltı ve yerüstü zenginliklerin yağmalanmasına dayanan ekstraktivist ekonomi sömürge yıllarından bu yana Latin Amerika’da hüküm sürmekte. Latin Amerika solu bu yağmanın zengin ülkeleri daha da zenginleştirirken fakir ülkeleri yaşanmaz hâle getirdiğini söylüyor. Bu yüzden Petro hükümeti Kolombiya’da kömür, doğalgaz ve petrol keşif çalışmalarına yönelik sözleşme imzalamayı bıraktı. Yani, Petro’nun izlediği siyaset sürdürüldüğü müddetçe Kolombiya’da yeni fosil yakıt rezervleri çıkarılmayacak.
Hem EZLN’nin hem de Petro’nun belirttikleri üzere, iklim krizi ve beraberinde getirdiği doğa yıkımı küresel göçe neden oluyor. Yaşanmaz hâle gelen fakir ülkelerden milyonlarca insan zengin Kuzey ülkelerine göçmeye çalışıyor. EZLN’nin bildirisinde gezegenin kaynakları yetersiz kaldığında bugüne dek mülksüzleştirilen halkların yaşamlarının da elinden alınabileceği vurgulanıyor. EZLN bu karamsar senaryoyu gezegen genelinde bir “Nakba” olarak adlandırıyor. Petro da karbondioksit (CO2) salınımının zengin ülkelerden kaynaklandığını fakat mağdurların çoğunluğunun su kaynakları yetersiz olan fakir Güney ülkeleri olacağını söylüyor. Beklenilen şey ekonomik sömürü ve doğa yıkımı karşısında gittikçe daha da yoksullaşan Güney ülkeleri halklarının kitlesel olarak göç etmek zorunda kalmaları. Kapitalist ekonomi geleneksel geçim kaynaklarını ortadan kaldırarak fakir ülkeleri zengin ülkelerin ihtiyaçlarını tatmin etmeye odaklanmak durumunda bırakıyor. Başta uyuşturucu ticareti olmak üzere suç örgütleri başlığı burada devreye giriyor. Yani, yoksul Latin Amerika gençleri zengin ülkelerin uyuşturucu talebini karşılamak için birbirini öldürmeye mahkum ediliyor. Bu sorunların temel kaynağı olan “gelişmiş” kapitalist ülkelerse sorunların çözümü için kaynak ayırmaya yanaşmıyor. Tüm bu sorunlarsa zengin ülkelere yönelik kitlesel göçlere yol açıyor.
Peki, bu durumda zengin ülkelerin tutumu nasıl olacak? Hem Petro hem de EZLN bu tutumun bir örneği olarak Filistin’deki soykırıma işaret ediyor. Petro Filistin’deki soykırımın ve zengin ülkelerin İsrail devleti yanlısı tutumunun bir ayna olduğunu, bu aynada iklim krizi ve yoksulluk yüzünden zengin ülkelere göçecek insanların başına gelecekleri görebileceğimizi söylüyor. Aşırı sağın yükselişinin bu durumla ilişkili olduğunu söyleyen Petro, Hitler’in Avrupa ve Kuzey Amerika orta sınıf evlerinin kapısını çaldığını ve çoğu evin onu içeri aldığını öne sürerek gelecekteki göçün büyük bir şiddet ve barbarlıkla yanıtlanacağını iddia ediyor. Petro, Gazze’yi “geleceğin provası” şeklinde adlandırırken binlerce Gazzeli çocuğun sistemli biçimde öldürülmesine izin verilmesini yükselen faşizmin Güney’den gelecek göçü reddetme hazırlığı olarak tanımlıyor. Petro, geleceği görebileceğimizi söylüyor: demokrasinin sonu ve fakir halklara yönelik kontrolsüz barbarlık. EZLN de Filistin halkının yerinden edilmesini sömürgeciliğin halkları yerinden etmesinin bir örneği olarak sunuyor. Filistinlilerin bu şekilde göçmenleştirildiğini öne süren bildiride bunun Latin Amerika yerlilerinin göçe zorlanmasına benzediği belirtiliyor. Sermayenin savaşı hem fazla nüfusu ortadan kaldırmak hem de savaş için gerekli üretimi güçlendirmek amacıyla tercih edeceğini öne süren EZLN, ulus devletlerin sermaye “kartelinin” askerliğine indirgendiğini, bu devletlerin sermaye karşıtı mücadeleleri birbirinden ayrı tuttuklarını söylüyor. EZLN için sermayenin gelecekte getireceği de geçmiştekinden farklı değil: sömürü, baskı, yerinden etme ve aşağılama.
Öyleyse ne yapmak gerekiyor? Petro defalarca kez yinelediği fakir ülkelerin borçlarının silinmesi çağrısını tekrarladı. Bu sayede Amazon Ormanları’nın korunması gibi iklim kriziyle mücadelede önemli konulara daha fazla bütçe ayrılması ve yine yoksullukla mücadele yoluyla organize suç örgütlerinin zayıflatılması mümkün olacaktır. Petro’nun bu çağrıya kısa vadede karşılık beklemediği anlaşılıyor. Bu yüzden zengin ülkelerin fakir Güney ülkelerine açtığı savaşın bir parçası olarak görülen Filistin cephesinde birlik çağrısı yaptığını söyleyebiliriz. Filistin’e ilişkin BM oylamalarının gezegen çapında bir bölünmüşlüğü gösterdiğini söyleyen Petro, fakir halkların çoğunun barbarlığı durdurmak için bir araya geldiğini fakat büyük karbon tüketicisi Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinin soykırım lehine oy kullandığını belirtiyor. Petro’nun çağrısı fakir halkların bir araya gelerek mücadelelerini birleştirmeleri yönünde. Bununla beraber Petro BM’nin reformunu ve güçlendirilmesini, fosil yakıt ekonomisinin dönüştürülmesini ve “fracking” (doğalgaz ve petrol gibi kaynakların çıkarılması için yeraltına yüksek basınçlı sıvı pompalanması) benzeri doğa düşmanı uygulamaların önüne geçilmesini de öneriyor. Petro’ya göre fakir halklar bugün özgür bir Filistin’in var olmasını sağlayabilirse yarın iklim krizinin zorla yerinden etmelerine karşı yeni bir insanlığın doğmasını da sağlayabilirler. EZLN de 14. bildiride doğanın kendilerinden yana olduğunu, kapitalist üretimi geriletebildikleri her yerde doğanın kendini yenileyerek güçlendiğini söylüyor. Teslim olmaya, kinizme ve “anı yaşama” kültüne karşı uzun vadeli bir mücadele öneren EZLN de dünyanın her yerinden direnenleri birlikte hareket etmeye çağırıyor. Kapitalizmle mücadelede zafer olasılığının çok küçük, hatta saçma sayılacak denli küçük olduğunu belirten EZLN yine de duvarlara, sınırlara, kurallara ve “olasılık kanunlarına” karşı koyanlar olduğu müddetçe zaferin mümkün olduğunu öne sürüyor.
EZLN’nin ve Petro’nun açıklamalarında görüldüğü üzere Latin Amerika solunun önemli bir kısmı kapitalist üretim ve tüketim düzeninin doğayı yaşanmaz hale getirdiğini, yoksulluğu ve suçu artırdığını öne sürmekte. Doğa talanının ve yoksullaştırmanın sonucu olarak fakir ülkelerden zengin ülkelere yönelik göçün ve ekonomik taleplerin ortaya çıkacağı, buna verilecek yanıtınsa kitlesel şiddet olacağı öngörülüyor. Zengin ülkelerden fakir ülkelere ve yukarıdan aşağıya bir servet transferi olmadığı müddetçe durumun değiştirilmesi pek mümkün görülmüyor. Aşırı sağın yükselişi de zenginlerin zenginliklerini korumaya hazırlanmalarıyla ilişkilendiriliyor. Milliyetçiliğin ve düşmanlaştırmanın yükselişi sermaye sahiplerinin tercihi olarak görülürken, bu durumun hem yoksulların öfkesini “öteki” olana yöneltmeye hem de ezilenlerin mücadelesini bölerek birbirinden uzaklaştırmaya yaradığı öne sürülüyor. Filistin’de, Kürdistan’da, Dağlık Karabağ’da izlenen yıkım ve savaş politikalarını da bu gözle değerlendirmek gerekiyor. Özellikle droneların, yüz tanıma teknolojilerinin ve otonom silahların sıklıkla kullanılması, gelecekte ülkelerin içindeki göçmenlere ve yoksullara da yayılabilecek distopik bir savaşın işaretleri olarak dahi okunabilir. Bu koşullarda iklim krizi ve göçmen karşıtlığı cephelerinde mücadele etmekten kaçınan, bu cephelerde mücadeleyi liberalizmle ilişkilendirerek küçümseyen sol akımların bu mücadelenin önemine ikna edilmeleri acil bir görev olarak karşımızda duruyor. Göçmen karşıtlığı ve doğa talanıyla mücadelede başarısız olan bir solun zafer olasılığının ortadan kalkacağının birçok Latin Amerika sol aktörünce görüldüğünü söylemek mümkün. Umarım bu bilinç farklı coğrafyalarda da bir an önce güçlenecektir. İklim krizini kapitalizmin en büyük krizi olarak görmek yerine küçümsemek, göçmen krizini oy maksimizasyonu ve popülerlik hesaplarıyla görmezden gelmek gibi tutumların sol aktörlerce benimsendiği takdirde yakın gelecekte büyük bir pişmanlığa yol açacağı kanısındayım.
GÖRSEL: “The women of the EZLN” by trailofdead1 [CC BY-NC-ND 2.0]