Bisiklet güzeldi çünkü emeğe dayalıydı. Pedalı çevirdiğin kadar giderdin, pedal çevirmeyi bıraktığında dururdun. Kimsenin emeğini sömüremezdin. Bisiklet yalnızca sen emek harcadığında hareket ederdi.
SERHAT TUTKAL
“Kürt müsün lan sen?”
Kadir Hoca’nın ölüm haberini gördüğümde sesi kulağımda çınladı. Gazi Üniversitesi’nde Kamu Yönetimi bölümüne verilen Sosyoloji-2 dersinin amfisine döndüm. Konu Kürtlere gelince hoca sınıfta Kürt olup olmadığını sormuş, koca amfide bir tek ben elimi kaldırmışım. Kimin Kürt kimin Alevi olduğunu bilmediğimiz sağcı güzel günlerin özlemini çekmeyeceğiniz Gazi Üniversitesi’nde konforu bozacak bir soru sorulmuş, Kürt olabileceğiniz bir alan açılmıştı. Tek başıma elim havada bekliyorum. Hoca yavaş yavaş yürüyerek yanıma geldi.
“Kürt müsün lan sen?”
Amfinin tek Kürdü olmayı kaldıramayarak fıkralara konu olan kaçış stratejisine sığındım:
“Zazayım hocam.”
“Kürdün de kötüsü” deyip güldü. Rahatsız olmadım, hatta biraz rahatladığımı hatırlıyorum. İyi kötü yine Kürt olabilmiştim en azından. Ders devam etti.
Derse ara verildi, sigara içmeye çıktım. Arkamdan biri elini omzuma attı, dönüp baktım, ağzında sigarasıyla Kadir Hoca’yı gördüm.
“Alınmadın demi lan?”
Ne cevap verdiğimi hatırlamıyorum, “yok hocam” gibi bir şeyler gevelemişimdir herhalde. Hocayla konuşmaya devam ettiğimizi hatırlıyorum ama ne konuştuğumuzu hatırlayamıyorum.
Sahne değişiyor, kendimi 2016’nın son günlerinde buluyorum. İspanya’dan Türkiye’ye gelmişim. Uzun öğrenim hayatımda aldığım en keyifli ders olan Siyasal Antropoloji dersi Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde son kez ve açık ders olarak yapılıyor. Türkiye’de olduğum tarihlere de Kadir Cangızbay’ın ve Ömür Sezgin’in davet edildiği bir ders denk gelmiş. Lisans öğrenimim boyunca aldığım en keyifli dersin hocası olan Kadir Hoca’yı Siyasal’da dinleme imkânı bulduğum için çok sevinmiştim.
Dersten önce Kadir Hocayla konuşmaya başladık. Neler yaptığımı sorunca, İspanya’da olduğumu, İspanyolca öğrendiğimi, doktora öğrenimi için Kolombiya’ya gideceğimi falan anlattım. O da eskiden Teletext’de yabancı dillerde haber okuduğunu, İspanyolca’da “tutsak” anlamına gelen kelimenin Arapça’dan geçen “rehen” olduğunu Abdullah Öcalan’ın tutuklanmasıyla ilgili bir haberin İspanyolcasını okurken fark ettiğini anlatmıştı. Konudan konuya geçerek sohbet etmiştik. Siyasal’dan hocam Zeliha Etöz’ün odasındaydık, kısa süre sonra hocam Ayhan Yalçınkaya da gelmişti. Onların sohbetini dinlerken Cebeci Kampüsü’nü özlediğimi fark etmiştim. İlk akademisyen ihraçları Eylül’de gerçekleşmişti gerçi ama yine de ben İspanya’ya döndükten kısa süre sonra kampüsü özlenmeye değer kılan hocaların büyük çoğunluğunun okuldan atılacağından henüz haberim yoktu.
Ders başladı, Kadir Hoca çok sevdiği Fransızca’yı övmeye girişti. Fransızca öğrenmenin zor iş olduğunu, Fransızca’nın öyle İngilizce’ye İtalyanca’ya falan benzemediğini anlatıyordu. Ardından, “İspanyolca’yı bile çözersin” dedi. “Benim bir tanıdığım var, adam Kürt, İspanyolca öğrenmiş.” “İspanyolca da çok zor bir şey değil herhalde” diye devam ediyor yanında Ömür Hoca gülmesini bastırmaya çalışırken. Bunları bugün birçok arkadaş farklı yorumlayabilir ama ben Kadir Hoca’nın bu ufak sataşmalarını severim. Yapay bir kibarlığın arkasına saklanıp karşısındakine tepeden bakan veya onu yok sayan bir yaklaşımın kötünün iyisi sayılabileceği bir ülkede Kadir Hoca’nın sataşmalarını eskiden beri eşitlikçi bulurum. Bir de her şeyi bağlamı içerisinde değerlendirmek gerekir tabii.
“PKK terör örgütü değildir” diyen sesini duyuyorum Kadir Hoca’nın. Zaten ona göre terör örgütü diye bir şey de yoktu, esas terörizm devletin bu türden teröristlik ithamlarıydı. Gazi Üniversitesi’nde hocalık yaparken söylemesi kolay şeyler değildi bunlar ama Kadir Hoca söylerdi. Türkiye’de özyönetim kavramı üzerine çalışan ilk akademisyenlerden olan, özyönetim üzerine yazdığı doktora tezini 1981 yılında savunan Kadir Hoca, Kürt siyasi hareketinin taleplerine ve kuramsal pozisyonuna olumlu yaklaşanlardandı. Sosyoloji derslerinde doğrudan adını geçirmeden de olsa özsavunma meselesini Gazi’nin birinci sınıf öğrencilerine çok iyi anlatırdı. Bunun için ayakkabı örneğine başvururdu. Su getirmek için kilometrelerce yürümesi gereken bir topluluk olduğunu varsayarak başlardı, her gün saatlerce yürüyorlardı, bu yüzden de ayaklarının altı nasır tutmuştu. Bu nasır savunma işlevi görüyordu. Örnek, bu topluluğa ayakkabı hediye edilmesiyle devam ederdi. Ayakkabıya alışan insanlar suyun kaynağına daha hızlı gidip gelmeye başlar ama rahata alışan ayaktaki nasırlar da ortadan kalkardı. Bu şekilde topluluğun özsavunma gücünü kaybettiğini görürdük çünkü üyeleri artık suya ulaşabilmek için ayakkabıya (ve ayakkabıları “hediye” edene) bağımlı hale gelmişti. Kadir Hoca ulus devletin ve kapitalizmin halkların özsavunma gücünü ortadan kaldırdıklarını böyle renkli bir yoldan anlatırdı.
Kadir Hoca’nın sosyalizmi bisiklet örneği üzerinden anlatması da meşhurdu. Birinci sınıf derslerinde muhakkak bu konuya birkaç kez değinirdi. Bisiklet güzeldi çünkü emeğe dayalıydı. Pedalı çevirdiğin kadar giderdin, pedal çevirmeyi bıraktığında dururdun. Kimsenin emeğini sömüremez, pedalı senin yerine çevirecek yakıt gibi şeyleri de satın alamazdın. Bisiklet yalnızca sen emek harcadığında hareket ederdi. Kadir Hoca lisans derslerinde diyeceğini öyle doğrudan söylemez, eğlenceli örnekler üzerinden anlatarak daha akılda kalıcı olmasını sağlamaya çalışırdı. Öğrencilerinin birçoğunun muhakkak aklında kalmıştır bu örnekler.
18 yaşındayken Kadir Hoca’yla karşılaşmam benim için bir şanstı. O zamanlar fark etmemiştim ama sonrasında yüksek lisansa başvurarak öğrenimime devam etmemde büyük etkisi vardır. Gelip dersini anlatıp çıkan bir hoca değildi, öğrenci üzerinde gerçekten etki yaratmaya çalışırdı. Bazı öğrencilerinde ters tepmiştir muhtemelen ama benim üzerimdeki etkisi olumlu oldu.
Araya aracı sokup “nasıl bilirdiniz?” diye sordurmayacağım, hoca aracıları sevmezdi zaten. Yıllar önce ne cevap verdiğimi hatırlamadığım kendi sorusunu tekrar sordurayım:
“Alınmadın demi lan?”
Alınmadım hocam, alınmadım. Alınsaydım da önemli olmazdı, zayıf olan yere düşman vuracağına dost vursun. Belki iyi kötü nasır tutar da kaybettiğimiz özsavunma gücünün bir kısmını geri kazanırız.
Tüm sevenlerinin başı sağolsun.
GÖRSEL: “bicylette” by Joshua Rhodes [CC BY-NC 2.0]