Erdoğan, Ukrayna krizinin, çıkarılan büyük gürültüye rağmen Batı’nın istediği, umduğu sonuçları derhal üretmeyeceği gerçeğinden hareketle; ‘soğukkanlı’, ‘ilkeli’, ‘insanlık sınavı’ gibi kavramlarla bir moral üstünlük inşa etmeye çalışıyor. Bunun, hem uluslararası alanda hem de içeride kendisi için son derece avantajlı sonuçlar üreteceğini umuyor.
HAKKI ÖZDAL
Erdoğan’ın bugün (9 Mart) yaptığı AKP Grup toplantısı konuşmasında, uzun aradan sonra ilk kez ‘savunma’ pozisyonundan bir tür ‘hücum’ pozisyonuna geçtiği söylenebilir. Cumhurbaşkanı son aylarda, katlanarak artan ekonomik sorunlar ve toplumdaki yaygın hoşnutsuzluklar karşısında ‘mazeret’ üreten ve ‘sabır’ dileyen bir noktaya sıkışmış görüntüsü veriyordu. Aralık ayında asgari ücret artışı ve “kur korumalı mevduat” hamlesi başta olmak üzere çeşitli tedbirlerle döviz krizinin kısmen ‘yatıştırılması’ geçici bir rahatlama sağlasa da gıda ve enerji fiyatlarındaki olağanüstü artışlar durumu yeniden zorlaştırmıştı. Topluma baharı, sıcak havaların gelişini beklemeyi önermekten ve artık inandırıcılığı kalmayan ‘stokçu’, ‘marketçi’ vs. unsurları suçlayarak bunlarla hesaplaşma vaat etmekten başka argüman üretemiyordu. Ukrayna krizi, söz konusu sorunları daha da ağırlaştırır, temel gıda ve enerji ile tüm emtiada fiyat tırmanışları hızlanırken daha fazla sıkışması beklenecek Erdoğan yönetiminin, bu uluslararası krizde kendisi için büyük bir fırsat gördüğü giderek daha net şekilde görülüyor. AKP grubundaki konuşmada da Erdoğan, Ukrayna krizinin çatışmaya dönüşmesiyle ortaya çıkan koşulları önemli bir fırsat alanı olarak değerlendireceğini neredeyse açıkça ilan etti.
Konuşmanın bu yönden dikkat çeken üç aksı var.
Bunlardan ilki muhalefete karşı takındığı tutum. Erdoğan, muhalefetle ilgili eleştiri ve suçlamalarına bu kez yakın zamandaki diğer açıklamalarına oranla daha az yer verdi ve Millet İttifakı’nın bileşimine ilişkin bildik sözlerini sıralamakla yetindi. Bu, özellikle 2011’den sonra baskın hale gelen ve muhalefeti neredeyse siyasal bir muhatap olarak dahi kabul etmeyen tutuma dönüş denemesi gibi görünüyor. Erdoğan toplumla konuşmasında muhalefeti politik bir aktör olarak aradan çıkarma, onun sadece beceriksizliği, işlevsizliği vb. üzerine bina edilmiş bir tahkirine dönme eğilimindedir. Konuşmanın bu bölümüne, cumhurbaşkanlığının resmi internet sitesindeki haberde yer dahi verilmemesi de bu yönde bir işaret olarak okunabilir.
İkinci aks, hayat pahalılığı konusundaki ‘gerçekleri kabullenme’ tutumunda daha da ileri bir noktaya varmasıydı. Şöyle söyledi: “Hiç şüphesiz kurdaki yükselişten, enerji ve gıda başta olmak üzere küresel emtia fiyatlarındaki aşırı artışların ülkemize yansımalarından kaynaklanan bir hayat pahalılığıyla karşı karşıyayız.” Ardından enflasyonun sadece Türkiye’ye özgü bir durum olmadığı ve gelişmiş ülkelerin de aynı sıkıntılarla boğuştuğunu yinelese de bu konuda da daha temkinliydi: “Elle gelen düğün bayram, demiyoruz, ama bu hakikat dikkate alınmadan yapılan her değerlendirmenin de eksik ve hatalı olduğunu söylüyoruz.” Erdoğan ‘pahalılık bize özgü değil, ama sorun küresel deyip geçiştirmiyoruz’ dengesini bulmaya çalışmaktadır. Resmi muhalefetin gerçekçi bir ekonomik program öne süremediği koşullarda bu ‘çelebilik’ gösterisinin işlevli olacağını düşünmektedir muhtemelen.
Üçüncü ve en önemli nokta ise Ukrayna kriziyle birlikte ortaya çıkan tablo konusundaki çok yönlü tutumunu iyice belirgin hale getirmesi oldu. Öncelikle “Türkiye olarak bölgemizdeki krizler karşısında, ilk günden itibaren soğukkanlılığı elden bırakmadık” demesi önemli. Bu ‘soğukkanlılık’ vurgusu Batı ile Rusya arasındaki gerilimde bir ‘arabuluculuk’ pozisyonu için ne kadar istekli olunduğunun teyididir. Erdoğan, içerideki etkisi ve gücü kadar uluslararası alandaki aktörel pozisyonunun da iktidarı için ne denli önemli olduğunu biliyor. Uzun süredir yıpranmış pozisyonu için bu müstakbel arabuluculuk bulunmaz bir fırsat gibi görünüyor belli ki.
Üstelik bununla da kalmıyor ve Batı’nın hem göçmenler konusundaki ikiyüzlü tutumunu kendi meşru pozisyonunu yeniden inşa etmek için kullanışlı hale getiriyor [“Ülkesindeki savaştan ve zulümden kaçarak kapımıza gelen insanların hiçbirinin diline, dinine, ten rengine bakmadık”] hem de Batı sisteminin siyasal zorlamalarına karşı bir alan açma fırsatı buluyor [“Ağızlarını her açtıklarında insan hak ve hürriyetlerinden bahsedenler sınıfta kalırken milletimiz insanlık sınavını bir kez daha başarıyla vermiştir”].
Batı medyasında Ukraynalı göçmenlerin ‘saç ve göz rengine’ yapılan vurgulardan Rusya’ya yönelik ölçüsüz ve fanatik uygulamalara dek geniş bir alanda, Atlantik paktının ilkesiz ve dayanıksız pozisyonunu da fırsat olarak değerlendirmektedir. Şu sözler bu açıdan önemli: “Ukrayna’nın sahipsiz bırakılması gibi Rus halkına, edebiyatına, öğrencilerine, sanatçılarına yönelik cadı avını andıran uygulamaları da kabul etmiyoruz.”
Erdoğan, Ukrayna krizinin, çıkarılan büyük gürültüye rağmen Batı’nın istediği, umduğu sonuçları derhal üretmeyeceği gerçeğinden hareketle; ‘soğukkanlı’, ‘ilkeli’, ‘insanlık sınavı’ gibi kavramlarla bir moral üstünlük inşa etmeye çalışıyor. Bunun, hem uluslararası alanda hem de içeride kendisi için son derece avantajlı sonuçlar üreteceğini umuyor. Önünde bir fırsat kapısının aralandığını düşünüyor ve bu neredeyse bedeninin duruşuna yansıyor.
Fotoğraf: Özge Elif Kızıl / AA