Türkiye proleter ordusu büyümektedir. 2009’da 7,2 milyon ücretli çalışan varken işçi sayısı Şubat 2022 itibarıyla 14,5 milyon’a ulaşmış durumda. İşçileşme hızı yüzde 100’leri geçerken aynı dönemde nüfus artışı ise yüzde 18’lerde seyretti. Nüfus artış hızından daha yüksek işçileşme hızı söz konusudur. Benzer bir seyir çocuk işçilik için geçerlidir.
KANSU YILDIRIM
Seçim gündeminde iktidar ve muhalefet partileri vaatlerini açıklarken dünyadaki trendleri yakaladığını iddia eden çeşitli ekonomik programları dile getiriyorlar ve ekseriyetle “ekonomik şahlanış” veya “büyük projeler” temasına sadık kalıyorlar. Ne var ki, dinlerken kulağa hoş gelen projelerin gerçekte ne ölçüde uygulanıp uygulanmayacağı Türkiye kapitalizminin küresel kapitalizm içerisindeki pozisyonuna ve bağımlılık derecesine bağlıdır. Bu yazıda genel hatlarıyla bağımlılık ilişkileri ekseninde Türkiye’deki sermaye birikim stratejinin asli unsularından birisi olan işçileşme üzerinde durulacak.
Türkiye kapitalizminin karakteristik özelliği sermaye ithalatçı bir yapıya sahip olmasıdır. Meta üretimi için gerekli altyapı ve üretim araçlarında ithalata bağımlılık ve kronik dış kaynak (likidite) ihtiyacı sermayenin bileşimini ve siyasi kompozisyonunu belirleyen nitel faktördür. Dolar hegemonyasının gölgesinde değişik dönemlerde değişik hükümetlerce oluşturulan ekonomik programlar Türkiye kapitalizminin dışa bağımlılığında önemli bir fark yaratmamıştır.
Dışa bağımlılık, üretimi olduğu kadar demografik yapıyı, siyasi ve hukuki kurumları uluslararası işbölümünün ve meta zincirlerinin ihtiyaçları doğrultusunda şekillendiren bir ilişkidir. Ancak bu şekillendirme tek taraflı bir belirlenim ilişkisinden ibaret değildir. Emperyalist sistemde sermaye ihracatçısı pozisyonundaki kapitalist metropoller, üretim için gerekli doğal ve beşeri kaynakları sömürürken çevre formasyonların özelliklerine göre hareket ederler. Bu süreçte sermayenin merkezileşmesini sağlayan uluslararası ekonomi ve ticaret örgütlerinin (IMF, DB, DTÖ, G7 gibi) uluslararası işbölümüne, küresel üretim süreçlerine ve emek pazarına dönük düzenlemeleri, merkez ile çevre ülkeleri arasındaki bağımlılık ilişkisini artırırken, aynı zamanda emek ile sermaye arasındaki güç ilişkilerini çokuluslu dev şirketler lehine yeniden belirler.[1]
Fernando Henrique Cardoso’nun, Bağımlılık Okulu’na içeriden getirdiği eleştiriden hareket edersek, merkez formasyonlar (metropoller) çevre ülkelerin sadece kaynaklarına el koymaz, sanayi yatırımları dahil olmak üzere iç pazarlarını düzenleyecek adımlar da atar. Ancak mevcut emperyalist yatırım eğilimi, ekonomik üretim sürecinde yerel/çevre formasyonun üretim ve küresel işbölümüne katılımına bir dereceye kadar izin verir. Andre Gunder Frank ise metropol (gelişmiş)—uydu (azgelişmiş) ülke kavramsallaştırması çerçevesinde, ekonomik artığı metropollerin çıkarlarıyla ters düşmediği sürece ve metropollerin izin verdiği oranda aktarmanın mümkün olduğunu söyler. Somut olarak örneklendirecek olursak, Samir Amin’in eşitsiz değişimi ölçme çalışmasını izleyen Hickel, Sullivan ve Zoomkawala’nın araştırmalarına göre Küresel Kuzey 1960-2018 yılları arasında Küresel Güney’den yaklaşık 62 trilyon dolar tahsil etmiştir.[2]
Bağımlılık Okulu’ndan anahatlarıyla verdiğimiz yaklaşımlardan kesitler, sermaye ihracatçısı ve ithalatçısı ülkeler arasındaki ilişkinin sadece bir boyutuna odaklanır. Örneğin Frank, Capitalism and Underdevelopment in Latin America kitabında metropol–uydu ikiliğinde uyduların ekonomik artıklarına sömürü yoluyla el koyarak azgelişmişliğin sürdürüleceğine işaret eder çünkü kapitalizmi kavrama şekli bir üretim tarzı olarak kapitalizmin Marksist kavranışından daha farklıdır.[3] Cardoso ise “Dependency and Development in Latin America” makalesinde bağımlılığın, tekelci kapitalizmin ve kalkınmanın birbiriyle çelişen kavramlar olmadığını, Üçüncü Dünya’nın yeni tekelci genişleme biçimleriyle bütünleşik yapıda, tüm sektörlerde bir tür bağımlı kapitalist gelişme söz konusu olduğunu vurgular.[4] Üretimin küresel ölçekte sermaye lehine örgütlenmesini sağlayan yeni bir uluslararası işbölümü yapısı, çevre ülke üretimlerini ve üreticilerini uluslararası sermayenin çıkarlarına ve pazar politikalarına tâbi kılan “küresel meta zincirleri” yaratmaktadır.
Sermaye fraksiyonları, bağımlılık seviyelerine göre eklemlendikleri ve/veya parçası oldukları küresel kapitalist eğilimlere uygun çeşitli projeler geliştirir. Ekonomik düzlemle sınırlı kalmayan projeler, ihale mevzuatını, piyasa ilişkilerini, hukuk sistemini, kamu idaresini ve siyasi iktidarın faaliyet alanlarını da kapsayan devlet projeleridir. Devlet projeleri, bir veya birden çok sermaye fraksiyonunun birikim süreçlerini garantiye almakla kalmaz; devlet aygıtında büyük çapta değişimleri (anayasa değişikliği, siyasi rejim değişikliği, piyasayı düzenleyen kurumların tasfiyesi ya da yenilerinin açılması, emeğe karşı tavizler ya da kısıtlamalar vs.) beraberinde getirir.
Sermaye rejimindeki değişimin doğal sonuçlarından birisi de emek rejiminde kristalize olur. Son birkaç yıldır düşük faiz–liranın değer kaybetmesi–ucuz meta üretiminin damgasını vurduğu ihracata dayalı “rekabet” rejimi, emek rejiminin despotikleşmesiyle mümkün olurken, üretim alanları dışındaki yeniden üretim alanlarında da sermaye sınıfının hâkimiyet kurmasını kolaylaştırır. Böylelikle üretim süreçlerinin ve modellerinin planlanmasında odaklanılacak yegâne alan küresel meta ve değer zincirlerinin kendisi olmaya başlar. Emek, haklarından ve siyasal potansiyelinden koparıldıkça değişir sermaye olarak basit bir işletme kalemine dönüşerek sermaye sınıfları açısından tehdit olmaktan (grev, iş bırakma, iş yavaşlatma vs.) çıkar.
Küresel meta ve tedarik zincirlerinde ticaret savaşlarıyla başlayan, salgın ve Rusya-Ukrayna savaşı sonrasında jeopolitik güç dengelerine göre devam eden yeniden yapılanma, Türkiye’yi –şimdilik– tek bir noktaya yerleştirmektedir: düşük ücretli bölgesel işçi havzası. 2019 yılında global yönetim danışmanlığı şirketi McKinsey’nin araştırma kolu McKinsey Global Enstitüsü’nün giyim, lüks ve moda sektörü üzerine yaptığı “Giyim Üretimi Evine mi Dönüyor?” başlıklı araştırmada üretimi Çin’den Türkiye’ye aktarmanın ekonomik olarak daha uygun olduğu, örneğin kot üretiminin Çin yerine Türkiye’de olması durumunda maliyetlerin yüzde 3 oranında düşebileceği, bunlara ek olarak Avrupa pazarına yakın olan Türkiye’de kot üretiminin otomasyonunun, parça başına 1,30 ila 2 dolar arasında maliyet tasarrufu sağlayacağı belirtildi.[5] Foreign Policy’de çıkan analizde ABD’nin salgından önce Çin’de üretim yapan küresel şirketlere üretimi başka yerlere kaydırmaları çağrısı yaptığı, tedarik zincirlerinin kısaltılması için Amerikan şirketlerinin üretimlerini Meksika’ya, Avrupa şirketlerinin ise Doğu Avrupa ya da Türkiye’ye kaydırabileceği yazıyordu.[6]
Türkiye’de uygulanan ucuz emek-ucuz meta üretiminin varlığını sürdürmesini sağlayan, banka faizlerinden ya da devlet teşviklerinden daha önce, düşük ücret skalasında mutlak artık-değerin daha fazla çekilmesi suretiyle yaratılan artık-değer birikimidir. Hâkim birikim stratejisinin işlemesi için işçi nüfusunun tüm katmanlarıyla ve yaş grubuyla nicel ve nitel olarak çoğalması gerekir. Türkiye sermaye sınıflarının önceliği faal işçi nüfusuna ve göreli artık nüfusu/yedek sanayi ordusuna daha fazla insan eklemektir.
Nüfusun proleterleşmesi dünyada da ülkemizde de artış eğilimindedir.
Dünya Bankası’nın 2021 yılına ait verileri incelendiğinde işçi sayısının 3,46 milyar olduğu görülürken aynı yılda dünyadaki toplam nüfus 7,8 milyar olarak kaydedilmiştir.[7] Kayıt altındaki emek gücünün dünya nüfusunun neredeyse yarısı olması proleterleşmeye dair önemli bir göstergedir. Önceki yıllarla kıyaslamak için ILO’nun “Dünyada İstihdam ve Sosyal Görünüm Trendler 2019” raporuna göz atılabilir. Rapora göre 2018 yılında dünya nüfusu 7,6 milyar iken, bunun 5,7 milyarı 15 yaş üzeri çalışma çağındaki kadın ve erkeklerden oluşuyordu; 3,3 milyarlık insan nüfusu işçi kütlesini oluşturuyordu.[8] 2022 yılında tüm dünyada yaklaşık 2 milyar işçinin kayıt dışı çalıştığı tahmin ediliyor.[9]
Küresel proleter ordusu artarken BM Ekonomik ve Sosyal İşler Departmanı’nın 2021’de yayımladığı rapora göre dünya nüfus artış hızı gelecek on yıllarda düşmeye devam edecek. Dünya nüfusunun artış hızı 1950’den bu yana ilk kez yüzde 1’in altına indi.[10] Ayrıca ekonomik koşullar ve salgının etkisiyle ortalama yaşam süresi azaldı. Yaşam süresi küresel çapta 1990’a kıyasla yedi yıl artarak sağlıklı geçirilen yaşam süresinde 6,3 yıl uzasa da, bu alanda görülen artış yavaşlamaya başladı.[11]
Türkiye proleter ordusu büyümektedir.
TÜİK’in istatistiklerine göre sanayi, inşaat ve ticaret-hizmet sektörleri toplamında ücretli çalışan sayısı Şubat 2022’de 13 milyon 614 bin 855 kişi iken Şubat 2023’te yüzde 6,6 artışla 14 milyon 515 bin 554 kişiye yükseldi. Söz konusu ayda ücretli çalışan sayısı sanayi sektöründe yıllık bazda yüzde 4,2, inşaat sektöründe yüzde 15,4 ve ticaret-hizmet sektöründe yüzde 6,7 artış gösterdi.[12]
Bunu daha iyi anlamak için geçmiş yıllarla mukayese edebiliriz. 2009 yılında 7 milyon 216 bin 465 ücretli çalışan varken işçi sayısı yüzde 100’den fazla artışla Şubat 2022 itibarıyla 14 milyon 515 bin 554’e ulaşmış durumda. İşçileşme hızı yüzde 100’leri geçerken aynı dönemde nüfus artışı ise yüzde 18’lerde seyretti. Nüfus artış hızından daha yüksek işçileşme hızı söz konusudur. Benzer bir seyir çocuk işçilik için geçerlidir. Çocuk nüfusun toplam nüfus içindeki oranı düşerken 15-17 yaş grubundaki çocukların işgücüne katılma oranı 2021’de 16,4 iken 2022’de yüzde 18,7’ye çıkmıştır.[13]
TÜSİAD, MÜSİAD, TÜRKONFED, TOBB vb. farklı dinamikleri ve siyasi eğilimleri temsil eden sermaye örgütlerinin Türkiye’nin işçi havzası olarak büyümesinden sonuna kadar istifade etmesini mümkün kılan etmen, düşük ücretlerdir.
Reel ücretlerin dolar bazında düşmesi, rekabeti besleyen bir öğe olduğu kadar, işverenleri en önemli maliyet kalemi olan ücret yükünden kurtarmaktadır. AB İstatistik Ofisi Eurostat verilerine göre Türkiye 26 ülke arasında sondan üçüncü sırada yer almaktadır ve 2022 yılı ikinci yarısında Türkiye’de brüt asgari ücret 374 avro/456 dolardır. Asgari ücretin mavi veya beyaz yakalı fark etmeksizin tüm işçi sınıfını keserek ortalama ücrete dönüşmesi sermaye birikiminin ve proleterleşme sürecinin tamamlayıcısıdır. Ocak 2013’te aylık net asgari ücret 773 TL idi. Aynı dönemde profesör maaşı (1/4 derece) 4 bin 857, araştırma görevlisi maaşı (7/1 derece) 2 bin 393, uzman doktor maaşı (1/4 derece) 3 bin 892, öğretmen maaşı (1/4 derece) 2 bin 378 ve memur maaşı (9/1 derece) bin 967 TL idi. Buna göre profesör maaşı asgari ücretin 6,3 katı; araştırma görevlisi maaşı 3,1 katı; öğretmen maaşı 3,1 katı; uzman doktor maaşı 5 katı ve memur maaşı da 2,5 katı idi. Ocak 2023’te ise bu maaşların hepsinin asgari ücrete oranı ciddi şekilde düştü. Ocak 2023’te profesör maaşı asgari ücretin 3,8 katı; araştırma görevlisi maaşı 2,3 katı; öğretmen maaşı 1,8 katı; uzman doktor maaşı 2,8 katı ve memur maaşı da 1,4 katı oldu. 2020 yılı verilerine göre asgari ücretle çalışanların oranı yüzde 42 iken 2021 yılında asgari ücretin yüzde 10 fazlası ve altında ücret alan işçilerin oranı yüzde 49. Özel sektörde asgari ücret civarında çalışanların oranı ise yüzde 65’e yükseldi.[14]
Farklı sektörlerde ücretlerin asgari ücret bandında veya yakın seyretmesi, dolar bazında aynılaşma yarattığından, uluslararası sermayenin faaliyet alanlarını genişletmesini mümkün kılar. Emek gücünün bir yandan vasıf kazanıp diğer yandan düşük ücretlerle çalıştırılması, sermayenin merkezileşmesini hızlandıran ve bir o kadar önemlisi üretimi bir ülkeden başka ülkeye kaydırmasını sağlayarak tekelci kapitalizme mobilite kazandıran temel etkenlerdir. Sermayenin merkezileşmesi olgusu, üretim araçları üzerindeki denetimin de merkezileşmesine, başka bir deyişle, merkezi emredici bir gücün oluşmasına ve merkezi özel mülkiyet biçimlerinin gelişmesine yol açar. Söz konusu merkezi mülkiyet yapıları, genellikle iki biçimde gelişir: Ya farklı ülkelere ait tekelci kapitalistlerin şirketleri veya büyük işletmeleri bir tek emperyalist grubun denetimi altında biraraya gelir, ya da büyük kapitalist işletmeler ve emperyalist şirketler, bir tek kapitalistin denetimi altına girmeksizin ayrı bir uluslararası veya ulusüstü şirket içinde birleşir.[15]
Süha Arın’ın “Tahtacı Fatma” belgeselinde konuşan orman işçilerinden Ahmet Kara’nın “Biz ne ölüyüz ne sağ. Ne ölü ne sağ, arada. Türkiye’de şu kadar nüfusu varmış, kalabalıkmış olsun gibicesine biz de yaşıyoruz.”[16] cümlesi nüfusun işçileşmesinin sermaye sınıflarındaki anlamının yankısıdır. Sermayenin volarizasyon ve realizasyon sorunlarının üstesinden gelmesi için atacağı adımlar arasında emek gücünün başta ücretler olmak üzere temel gereksinimlerini iyileştirmek yoktur; aksine bağımlı (ve örgütsüz) sınıf yapısı sürdürüldüğü oranda sermayenin belirlenimine daha açık hale gelecektir. Çok ayrı ve detaylı bir tartışma başlığı olmasına karşılık Charles Bettelheim’ın üretici güçler geliştikçe artık-değer oranının daha yüksek olmasından hareketle metropol ülkelerdeki işçi sınıfının sömürü oranının daha yüksek olacağı savından hareketle şunu söylemek mümkündür: Birikimin dinamosu canlı emek (artık-değer kaynağı) olmasına paralel nüfusun işçileşmesi ve sömürü yoğunlaşacaktır. Türkiye kapitalizmi daha fazla artı değer için daha fazla faal işçiye ve artık nüfusa ihtiyaç duydukça sermayenin milli gelirden aldığı payı büyüten hiper sömürü yaygın bir yoksullaştırmayla beraber gerçekleşiyor.[17] Bir süre önce nüfusun işçileşmesine dair perspektif sunan Bahadır Özgür’ün bu tespitinin sağlamasını “emek-karşıtı bir bölüşüm şoku” olarak niteleyen Korkut Boratav rakamlarla sunmuştur: 2016-2022 yılları arasında ücret-dışı gelirler 10,6 puan (49,2 → 59,8) sıçramıştır. Sermayenin ölçüsüzce nemalandığı benzersiz bir dönemde ortalama değişim yüzdesi artı 2,7’dir. Buna karışılık net hasılada ücretlerin payı 8,1 puan (37,6 → 29,5) gerilemiştir; değişim ortalaması eksi 3,4’tür.[18] Nüfusun işçileşme hızı 6 Şubat depremleriyle birlikte daha da hızlanacaktır.
[1] Tülin Öngen, “Küresel Kapitalizm ve Sermayenin Yeni Hegemonya Stratejileri”, http://arsiv.petrol-is.org.tr/yayinlar/yillik/2003_yillik/01_sermaye/govde.htm
[2] Ingrid Harvold Kvangraven, “Beyond Eurocentrism”, https://aeon.co/essays/if-you-want-decolonisation-go-to-the-economics-of-samir-amin
[3] A. G. Frank, Latin America: Underdevelopment or Revolution, New York Modern Reader, 1969
[4] F. H. Cardoso, “Dependency and Development in Latin America”, New Left Review, N.74. s.83-95, 1974
[5] “Giyim Üretimi Evine mi Dönüyor?”, http://www.bud.org.tr/2019/04/14/mckinsey-arastirmasi-turkiyede-uretmek-daha-ekonomik/
[6] Philippe Legrain, “The Coronavirus Is Killing Globalization as We Know It”, https://foreignpolicy.com/2020/03/12/coronavirus-killing-globalization-nationalism-protectionism-trump/
[7] World Bank, Labor force, https://data.worldbank.org/indicator/SL.TLF.TOTL.IN?end=2021&start=2021&type=shaded&view=map
[8] ILO: World Employment and Social Outlook – Trends 2019, https://www.ilo.org/global/research/global-reports/weso/2019/lang–en/index.htm
[9] Economic slowdown likely to force workers to accept lower quality jobs, https://www.ilo.org/global/about-the-ilo/newsroom/news/WCMS_865256/lang–en/index.htm
[10] Dünya nüfusunun 2050’ye kadar yüzde 20-30 artması öngörülüyor, https://www.aa.com.tr/tr/dunya/dunya-nufusunun-2050ye-kadar-yuzde-20-30-artmasi-ongoruluyor/2634179
[11] Son 25 yılda yaşam süresi beklentisi nasıl değişti? https://www.bbc.com/turkce/haberler-44125217
[12] Ücretli çalışan sayısı şubatta yıllık bazda yüzde 6,6 arttıhttps://www.dunya.com/ekonomi/ucretli-calisan-sayisi-subatta-yillik-bazda-yuzde-66-artti-haberi-691661
[13] TÜİK, İstatistiklerle Çocuk, 2022 https://data.tuik.gov.tr/Bulten/Index?p=Istatistiklerle-Cocuk-2022-49674
[14] Akademisyen, doktor, öğretmen ve memur maaşları asgari ücret karşısında son 10 yılda eridi, https://tr.euronews.com/2023/01/16/akademisyen-doktor-ogretmen-ve-memur-maaslari-asgari-ucret-karsisinda-son-10-yilda-hizla-e
[15] Tülin Öngen, “Tekelci Kapitalizm ve Sınıf Yapısı”, SBF Dergisi, 1994, Cilt 49, Sayı 03.
[16] “Ben, Orman İşçisi…,” https://www.e-skop.com/skopbulten/pasajlar-ben-orman-iscisi/5464
[17] Bahadır Özgür, “Hiper sömürü ve artık nüfus”, https://www.birgun.net/makale/hiper-somuru-ve-artik-nufus-387140
[18] Korkut Boratav, “İşçi sınıfının bölüşüm şoku 2022’de devam etti”, https://haber.sol.org.tr/yazar/isci-sinifinin-bolusum-soku-2022de-devam-etti-368207
RESİM: Nuri İyem, “İşçiler”, 1950, Duralit üzerine yağlıboya