Üniversiteler, cumhurbaşkanını sevme testini en iyi puanla geçmiş bürokratlar tarafından yönetiliyor. Çünkü kurumun içsel mimarisi bakımından alt edilemeyen bir şey var. Ankara Üniversitesi eski kayyumu Erkan İbiş, ODTÜ kayyumu Verşan Kök, Boğaziçi Üniversitesi kayyumu Naci İnci’nin bu kadar meşhur olmalarının nedeni sürekli sınandıkları bir kurumda olmaları ve her seferinde sınavı geçmek için eşik atlamalarıydı.


DİNÇER DEMİRKENT

Türkiye’de geçiş sürecinin en önemli tartışması helalleşme/hesaplaşma ekseninde olacak, oluyor. Tartışma içinde alınacak pozisyonlar sadece AKP sonrası dönem için değil, AKP sonrası dönemin mümkün olması için de önemli. Anamuhalefet liderinin SADAT ziyaretinin bunu gösterdiğini düşünüyorum. Burada yer alan ve alacak yazılarımın odağını asıl olarak bu tartışma oluşturacak.

Fakat bu yazıda, aslında çok küçük bir insan topluluğu için önemli olan ancak beş yıldır her sene bir memleket meselesi haline gelen Mülkiye’nin İnek Bayramı’nı ve üniversiteyi odağa alacağım. Bir okulun öğrencileri tarafından yaratılan, sahiplenilen ve onlar tarafından uygulanan bir geleneğin bir memleket meselesi haline gelmesi dahi hesaplaşma/helalleşme tartışması bakımından semptomatik.

Bilmeyenler için “ne oldu?” sorusunu çok kısa yanıtlamaya çalışayım. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Ankara Üniversitesi ile karşılaştırılmayacak bir tarihi var. Üniversite bir fakülteler topluluğu içinde çatı olarak düşünülmüş. Güçlü fakülteleri birleştiren bir kurum. 12 Eylül’de fakülte özerkliği kaldırılana kadar da ilişki böyle sürüyor. İnek Bayramı, Siyasal Bilgiler Fakültesi-Mülkiye’ye özgü, üniversite şenliği olmaktan ziyade, antik dönem festivalleri geleneğinin takipçisi bir etkinlik. İki gün boyunca ayakların baş olması. Nietzsche’nin Tragedya’nın Doğuşu’ndaki serimlemesine benzer biçimde bir yanıyla da biriken öfkenin akıtılması, soğurulması. Rektörün, dekanın icraatlarının yerin dibine sokulduğu, öğretim üyeleriyle dalga geçilen, her bölümün kendine özgü kılıkları ve adlarıyla okudukları fermanlarda memleket yönetiminden, okulun çaycısının snop tavrına kadar geniş bir alanda yaratıcılıkla eleştiri üretmesi, taleplerini iletmesi; öğrenci, hoca, idari personel, yönetici herkesin eşitlenmesi ve en önemlisi insanların bunu yaparken eğlenmesi.

Ritüel İmam kisvesinde bir öğrencinin duası ile başlıyor. Siyasal İslamcıları konsolide eden de bu. Bundan beş yıl önce, tetikçiliğini Fatih Tezcan’ın yaptığı bir kampanya ile duayı okuyan öğrenci hakkında linç kampanyası başlatılmış, hakkında dava açılmış ve yakın zamanda da dava beraatle sonuçlanmıştı. Siyasal İslamcıların hassasiyetiyle ve talimatlarla hareket eden Erkan İbiş yönetimi ve kayyum dekan Orhan Çelik de İnek Bayramları’nı kendilerine bir tehdit olarak algılamaya devam etti, dua programdan çıkarıldı, yerine filozof kisvesiyle kürsüye çıkan bir öğrencinin konuşması kondu. Bu yıl, filozof olarak kürsüye çıkan öğrenci kürsüdeyken filozof kisvesini çıkararak imam kisvesini tekrar giydi, kimliğini geri kazanma edimini temsil eden güçlü bir teatral performans sergiledi. Direnişin ve yaratıcılığın yolu bir değil, ‘çok’u düşünen de en az bir yolunu buluyor. Çalınanı geri alma edimi, bir festivalin yeniden icadı bir direnişe dönüşebiliyor. Böylece küçük dünyamız birden Büyük Türkiye’nin konusu oluveriyor. İnançları çok para eden, iktidar sahibi olan Cebeci Mescid Topluluğu adlı cihadçı topluluğun kampanyasıyla İnek Duası Büyük Türkiye’nin meselesi haline geliyor. Büyük Türkiye’nin üniversitesi Ankara Üniversitesi Rektörlüğü, Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekanı’nı yanına alıp kendini hem hakim hem savcı hem de infaz memuru yerine koyarak adli ve idari soruşturma başlatacağını yazıyor. İlişkiler açık, siyasal İslamcı, cihadçı kişi ya da topluluklar hedef talep ediyor, tetikçi gazeteler gündem yaratıyor, yöneticiler onların istediğini yapıyor.

Hiyerarşinin kuruluşu idari teşkilattan bağımsız. Fakat Fethullahçıların devlet içindeki paralel yapılanmasından ziyade, hiyerarşi parti/hareket içinde kuruluyor. Her koşulda emri uygulayan, emir verme yetkisi olmayan birinden aldığı talimatı yerine getiriyor. İslamcıların cemaat örgütlenmesi ve cemaat kültürünün burada, devlet içindeki ya da devlet dışındaki paralel hiyerarşiyi anlamak için işlevsel bir analiz aracı olabileceğini düşünüyorum.

Üniversiteler, cumhurbaşkanını sevme testini en iyi puanla geçmiş bürokratlar tarafından yönetiliyor. Çünkü kurumun içsel mimarisi bakımından alt edilemeyen bir şey var. Ankara Üniversitesi eski kayyumu Erkan İbiş, ODTÜ kayyumu Verşan Kök, Boğaziçi Üniversitesi kayyumu Naci İnci’nin bu kadar meşhur olmalarının nedeni sürekli sınandıkları bir kurumda olmaları ve her seferinde sınavı geçmek için eşik atlamalarıydı. Her üç üniversitede de dinamik öğrenci topluluklarının varlığı ve özellikle Boğaziçi’nde öğretim üyelerinin direnişi karşısında sınavları zorlaştı, geçtikçe de ödüllendirildiler. Bir üniversiter kurum bakımından adına etik, meslek, ilke denebilecek ne varsa alaşağı eden Erkan İbiş, örneğin Kamu Görevlileri Etik Kurulu’na atandı. Hakkındaki 11 yolsuzluk iddiasının 6 günde kapatıldığı, kendi evladına yatay geçiş kadrosunun arttırılmasıyla ayrıcalık tanıdığı gibi birçok iddianın gazetelere yansımasına rağmen. Çünkü günümüz kamu görevlisi etiğinin birincil ilkesi artık Cumhurbaşkanına sadakat. Kamu yararı, mesleğe ilişkin ilkeler buna bağlı olarak tanımlanıyor. Nazi bürokrasinin miras bıraktığı “onun düşündüğü gibi düşünebilmek” mevcut kamu etiğinin birinci aksiyomu.

Bu testler sırasında, Büyük Türkiye’nin bu yöneticileri, küçük Türkiye’de yaşayan insanların hayatlarını birden kendi nesnelerine çeviriyorlar. Öğrencinin küçük Türkiye’sinden yurttaş olarak ülkesine sağlayacağı kamu yararı eleştirel geleneği yaratmakken cumhurbaşkanı testi başlıyor. Öğretim üyesi hakikati disiplininin yöntemiyle ararken Cumhurbaşkanının sadakat sınavı devreye giriyor. Nasıl ki köylü toprağının kömüre, altına kurban edilmemesini istediği için terörist oluyorsa, nasıl ki işçi geçimini sağlamak için yaptığı eylemin sonucu provakatör oluyorsa, evladının davasını savunan baba, kayıp çocuğunu arayan anne Büyük Türkiye düşmanı oluveriyor. Tabii bu düşmanlığı örgütlemekte Abdülhamit Hanlarını izleyip parti üyeliğini hala kazanç kapısı gören, hassasiyetlerine sıkı sıkıya bağlı, bunun için gerektiğinde can alan, cezasız kalan ve küçük dünyalarında mutlu olan irili ufaklı çıkar çetelerini es geçmemek gerek.

Küçük Türkiye’nin kamuya çıkan ve söz alan yurttaşları Büyüğünün topyekun saldırısına uğruyor. Teröristlik, dine hakaret, cumhurbaşkanına hakaret…

Fakat artık biliyoruz ki küçük Türkiye çok daha kalabalık. Büyük büyük konuşmadan, kendilerini ortaklaştıran dertlere; geçim sıkıntısına, eşitsizliklere, kayırmacılığa, şarkılarının, dillerinin, meydana çıkmalarının yasaklanmasına karşı bir arada durabilmenin inceliğini sergiliyorlar.

İnek Bayramı’nın kimsenin hassasiyetiyle ilgisi yoktu, bu inceliğin bir direnişe, üniversite adına bir haysiyet meselesine dönmesiydi. Bu nedenle bu kadar linç, baskı, talimat, soruşturma.

Muhalefet lideri Kılıçdaroğlu, Mescid Topluluğu’nun taleplerini derhal uygulayan Ankara Üniversitesi Rektörü Necdet Ünüvar’ı ya da kayyum SBF Dekanı Orhan Çelik’i ziyaret eder mi bilmem. Üniversite alanında hesaplaşmanın öznesi olan bir barış akademisyeni olarak üniversiteye ve üniversiteye karşı işlenen suçlara karşı bir perspektif geliştirilmesi talebim var ve bunu kim iktidar, kim muhalefet ederse etsin sürdüreceğim. İki boyutuyla: Birincisi, bu suçları işleyen kişilerin 12 Eylül rektörlerinden farklı olarak hesap vermesi tabii. Fakat daha önemlisi bir İbiş’in gidip diğerinin gelmemesini sağlayacak; üniversitelerin bu duruma gelmesine neden olan neoliberal modele karşı bir üniversite modelini küçük Türkiye’deki bu derdin ortaklaştırdıklarıyla birlikte şekillendirmek.

Bu içeriği paylaş: