Sosyalistlerin bir görevi, istibdad rejimine son verecek toplumsal stratejiyi oluşturmaksa bir diğeri de Millet İttifakı’nın rasyonel piyasa olarak sunduğu projeyi “muhalefete muhalefet etme” pahasına eleştirmesidir.
VAHDET MESUT AYAN
Türkiye siyaseti, iktidarın seçimler yaklaştıkça gittikçe otoriterleşen yönü, ekonomik krizle birleştiğinde krizin analiz edilmesini ve dolayısıyla krizin asıl nedenlerinin ortaya çıkarılmasını zorlaştırmakta. Yaşadığımız ekonomik krizin nedenlerinin gölgelendiği durumda Türkiye’deki otoriter yönetimle kriz arasında doğrudan ilişki kurulmakta ve bu ilişkide birincisi, ikincisinin nedeni olarak görülmektedir. Bu, tamamen yanlış olmasa ve AKP’nin yürüttüğü ekonomi politikaları krizin derinleşmesine etki etse de kaba bir nedenselliğe kapı açmaktadır. Bu yazıda otoriterliğin ardında 2008’den bu yana küresel çapta yaşanan ekonomik krizin AKP’nin kendi siyasal krizleriyle birleştiğini, mevcut krizin salt siyasal iktidarın otoriter tutumuna bağlanamayacağını ve Millet İttifakı’nda temsil edilen burjuva muhalefetin ideolojik bir konumlanma ile halkın yoksulluğunu, işsizliğini mevcut siyasetin üstüne yıkarak, kapitalizmi bir biçimde akladığını tartışacağım.
Yazının amacı, medium.com sitesinde yayımlanan “İdeolojiden Kaçmak: Millet İttifakı’nın Siyasi Tahayyülü”[1] başlıklı makalenin açtığı tartışma alanına katkı sağlamaktır. Bahsi geçen makalede liberal ideologların[2] muhalefete muhalefet etmeyi rasyonel pozisyondan uzak, ahlakçı ve radikal olarak tanımladığı, bunun ise AKP sonrası iktidara gelecek yönetime şimdiden ideolojik zemin hazırladığı vurgulanmıştır. Liberal ideologlarca AKP rejiminden kurtulmanın yegâne yolu ise şöyle açıklanmakta:
“AKP’nin ekonomik hususlardaki yetersizliğini vurgulamak ancak bunu grevlere veya yoksulluk isyanlarına mahal vermeden yapmak, rejime karşı muhalefeti sistemin sinir uçlarına değmeden kurmak ve siyasi dönüşümü toplumun oy makinesi olarak çalıştığı bir düzenekte belki minimal, ancak paylaşımı doğrudan etkileyecek bir merhalede gerçekleştirmek.”
Yukarıdaki pasaj, tam da Millet İttifakı’nın ekonomik kriz karşısındaki süregelen tavrını açığa çıkarıyor. Bu sadece kriz karşısındaki söylemlerde kendini bulmuyor, aynı zamanda altılı masanın ekonomik programına yakından bakıldığında da açığa çıkıyor. Programlara ve burjuva siyasi partilerin liderlerinin konuşmalarına bakıldığında, kriz olgusunun asıl nedenlerini gözden kaçıran, gerçekleri tersyüz eden ve dahası kapitalist üretim ilişkilerini meşrulaştıran/ebedileştiren ideolojik bir konumlanma ile karşı karşıya olduğumuzu görmekteyiz.
Gizleme aracı olarak ideoloji
Bu kapsamdaki somut örnekleri vermeden evvel John B. Thompson’ın ideolojinin gizleme işlevine dair söylediklerine kulak vermekte fayda var: “Tahakküm ilişkileri, gizlenerek, inkâr edilerek veya örtbas edilerek ya da dikkatleri mevcut ilişki veya süreçlerden başka yöne çevirerek ya da bunlar göz ardı edilerek kurulabilir ve sürdürülebilir.”[3] İdeolojinin bu işlevinin Alman İdeolojisi’ndeki camera obscura’yı andırdığı muhakkak. Burada ideolojiyi daha dar ve özgül alanla ilişkilendirdiğimi belirtmek isterim, zira ideoloji, çeşitli etmenler altında oluşan bilinçlilik biçimlerinin tamamını kapsayan bir kavramdır.[4] Dar ve özgül alanda, yani Millet İttifakı’nın ekonomi politikaları eleştirisinde yapmaya çalıştığım, tüm toplumu kuşatma altına alan tahakküm biçimine karşı eleştirel düşünmeyi sağlamak ve eleştirinin kendisini kapitalist tahakküme yöneltmektir. Bu kavrayıştan yola çıkarak hem Millet İttifakı’na destek veren liberal ideologların hem de altılı masanın ekonomi eleştirilerini değerlendirebiliriz.
Haziran 2022’de toplanan ve altılı masada oluşturulan Kurumsal Reformlar Komisyonu’nun hazırladığı rapor, ortak basın açıklamasıyla duyurulmuştu. Raporun henüz girişinde, yaşanan ekonomik krizin müsebbibin Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olduğu vurgulanmış, Millet İttifakı’nın iktidara gelmesinin ardından geçilecek parlamenter sistemle birlikte ekonomik krizin sonlanacağı iddia edilmişti. Rapor, krizle yönetim sistemi arasında şöyle bir ilişki kurmaktaydı:
Bu ucube sistemde Güçler Ayrılığı yerini Güçler Birliğine bırakmış, kurumsal yapılar ve kapasiteler tahrip edilmiş, ehliyet, liyakat ve dürüstlük yok edilerek, ülkemiz yetersiz yandaş kadroların elinde, tek kişinin emir-komutası altına girmiştir. Esasen mevcut tablo yönetmeden ziyade bir yönetememe manzarasıdır. Bunun sonucu da istikrarsızlık, pahalılık, işsizlik ve her geçen gün daha da fakirleşmektir.
Bu giriş, krizi salt yönetim biçimi ile ilişkilendirmekte, krizin nedenini yönetimdeki liyakatsiz kadrolara yıkmaktadır. Çözüm ise, yönetim sistemini değiştirmek, Merkez Bankası’nı yeniden bağımsız hale getirmek -ki Merkez Bankası’nı bağımsızlaştırmak tam da Banka’yı piyasanın emrine amade etmek demek-, Strateji ve Planlama Teşkilatı’nı kurmak olarak sıralanabilir. Peki sahiden bu önlemlerle krizin önüne geçilebilir mi ya da kurgusal olacak ama şöyle soralım; AKP, bu önlemleri çok daha önce almış olsaydı bu kriz yaşanmaz mıydı?
Sorunun temel kaynağı: Kapitalizmin üçüncü büyük depresyonu
TL’nin değer kaybının, işsizliğin ve toplumun artan yoksulluğunun ardında sadece liyakatsiz kadroların bulunduğunu söylemek, kriz nedeninin küçük bir boyutuna gözlerimizi çevirmemize neden olmakta. Oysa kapitalizm birçok Marksist iktisatçının belirttiği üzere, uzun zamandır üçüncü büyük depresyonunu yaşamakta ve 2008’de başlayan bu süreç, etkisini artırarak devam ettirmektedir. Fikret Başkaya’nın “Çöküş” dediği ve kapitalizmin nihai krizi olarak adlandırdığı dönemi,[5] Sungur Savran, Kapitalizmin Üçüncü Büyük Depresyonu olarak değerlendirmektedir. Yazara göre, kapitalizm, ilk büyük depresyonu, 1872-1896 yıllarında; ikinci ve en ünlüsünü 1929-1940 yılları arasında yaşamıştır. 15 Eylül 2008’de Lehman Biraderlerin iflası ile finansal alanda yaşanan kriz, hızla üretim alanına yansıyarak resesyon dönemlerini de aşmış ve hâlâ devam eden üçüncü büyük depresyonun başlangıcına neden olmuştur.[6]
Peki 2008’de başlayan depresyondan Türkiye neden 2013’ten itibaren etkilenmeye başlamıştır? Krizden geç etkilenmenin nedeni 2008’de başlayan depresyona, ABD’nin verdiği iki yanıtta gizlidir. ABD Merkez Bankası bu dönemde krizi atlatmak amacıyla ilk olarak karşılıksız para basma, ikinci olarak da düşük faiz politikasına geçmiştir. Hâl böyle olunca merkezî kapitalist ülkelerdeki sermaye Türkiye gibi yüksek faizli ülkelere akmış, bu da Türkiye, Brezilya, Hindistan gibi ülkelerin büyümesine olanak vermiştir. Ancak 2013’ten itibaren ABD’nin bu mali şişkinliğin yeni krizlere kapı aralayacağını düşünmesi üzerine bu politikalardan da vazgeçilerek karşılıksız para basma politikası terk edilmiş ve faizler yükseltilmiştir. İşte Türkiye gibi ülkelerde de kriz ve dolar karşısında yerel paranın değer yitirmesi bundan sonra başlamıştır.[7] Okurun aklına, ABD’de gerçekleşen krizin neden Türkiye’yi bu denli etkilediği sorusu düşebilir. Temel olarak bunun yanıtı ise, 1980’de askerî darbeyle yolu açılan; Özal, Çiller ve Ecevit hükümetlerinde uygulanan neoliberal ekonomi politikalarıdır. Bu politikalarla birlikte, Türkiye ekonomisi dünya ekonomisi ile birleşmiş, işçi sınıfının tarihsel kazanımları sermaye kârı lehine talan edilmiştir.
AKP iktidarının başından bu yana uyguladığı ekonomi politikaları ise neoliberalizmi her alanda derinleştirmiştir. Altılı masanın bileşenlerinden Babacan döneminde devlet, özelleştirmelerle üretim alanından tamamen çekilmiş, bankacılık tedricen özel yabancı sermayenin hegemonyası altına girmiş ve geldiğimiz aşamada devlet kendi parası üzerindeki kontrolü yitirmiştir.[8] Hülasa, Türkiye’de yaşanan bu dev krizin ardında AKP’nin politikaları kadar, neoliberalizmin sonuçları ve küresel kapitalizmin yaşadığı bu depresyonun bulunduğunu söyleyebiliriz.
Konumuza yeniden dönecek olursak, Türkiye hâkim sınıfları bu krizin yaratacağı toplumsal bunalımlara çare aramakta, ancak kapitalist üretim ilişkilerine halel getirmeyecek bir yol araştırmaktadır. İşte, Millet İttifakı’nda zuhur eden söylem, işçi sınıfını radikal ve tehlikeli yollara sapmasını engelleme üzerine kurulmaktadır. İttifakın söylemleri, kapitalist kriz gerçeğinin üzerini örtme amacı taşırken, kapitalizmin tükenmişliği ve akıl dışılığını perdeleyerek asıl nedeni liyakatsiz kadrolara, Merkez Bankası’nın iktidar güdümünde olmasına yormaktadır. Bu anlamıyla hem meselenin kendisini gizlemekte hem de kapitalist üretim ilişki ve biçimini meşrulaştırılarak, kriz eleştirilerini dar bir alana yönlendirmektedir.
Bu dar alan, sınıfa yaşadığı krizin nedeni olarak AKP ve istibdat rejimini göstermekte, Merkez Bankası’nın bağımsızlığını önermekte ve 2000’li yılların başındaki ekonomi politikalarına dönüşle yaşanan krizin üstesinden gelineceğini salık vermektedir. Oysa tarihin tekerleği gibi ekonomi alanında da bu yıllara dönüş mümkün olmayacaktır. Kılıçdaroğlu, Akşener ve diğer masa üyelerinin kriz karşısında iktidar eleştirisi, gerçekliğin baş aşağı çevrilmesidir. Dahası aktörlerin ve liberal ideologların söylemleri, irrasyonel AKP iktidarının yerine kendi rasyonel piyasa sistemini tüm topluma panzehir olarak sunmaktadır. Yani daha önce denenmiş ve toplumu yıkıma götüren sistem, üzerinde yapılacak bazı biçimsel düzeltmeler ile karşımıza kurtarıcı olarak yeniden sunulmaktadır.
Bitirirken
Bu noktada sosyalistlerin bir görevi, istibdad rejimine son verecek toplumsal stratejiyi oluşturmaksa bir diğeri de Millet İttifakı’nın rasyonel piyasa olarak sunduğu projeyi “muhalefete muhalefet etme” pahasına eleştirmesidir. Zira Marx’ın da altını çizdiği gibi, “eleştirilerimiz ne kendi sonuçlarından, ne de var olan güçlerle düşeceği çelişkiden korkar.” Burjuva muhalefeti ve onun ideoloji yapıcılarına karşı kapitalizmin ülkemiz ve dünyamıza verdiği zararı tarihsel bağlamıyla ifşa etmeli, karşı ideolojiyi güçlendirerek tahakküm yapılarını sürdürülemez hale getirmeliyiz.
Belki başka bir yazının konusu olacak ancak bitirirken belirtmekte fayda var: Yukarıda otoriterleşme ile ekonomik kriz arasında tersten kurulan ilişkiye değinmiştik. Burada liberal ideologlar ve Millet İttifakı’nın söylemlerinin aksine otoriterleşmeyi ekonomik krizin sebebi değil, bizatihi krizin otoriterleşmeye neden olduğunu savunmaktayız. Hem Türkiye’de hem de küresel çapta aşırı sağ siyasi partilerin ve yönetimlerin güçlenmesini kapitalizmin krizine hâkim sınıfların verdiği bir cevap olarak görmekteyiz.
NOTLAR
[1] https://medium.com/@carlzbotkin/i%CC%87deolojiden-ka%C3%A7mak-millet-i%CC%87ttifak%C4%B1n%C4%B1n-siyasi-tahayy%C3%BCl%C3%BC-1fe020d4325e Erişim tarihi: 18 Haziran 2022.
[2] Makale, eleştirilerini Burak Bilgehan Özpek’in Daktilo 1984’te yayımlanan “Netflix’i ve Türkiye’yi Apolitikler mi Kurtaracak?” yazısına dayandırıyor.
Ayrıca bkz. https://daktilo1984.com/yazilar/netflixi-ve-turkiyeyi-apolitikler-mi-kurtaracak/ Erişim tarihi: 18 Haziran 2022..
[3] Johh B. Thomson (2013). “İdeoloji ve Modern Kültür” Dipnot Yayınları.
[4] Metin Çulhaoğlu (2015). “Binyıl Eşliğinde Marksizm ve Türkiye Solu” Yordam Kitap.
[5] Fikret Başkaya (2019). “Çöküş: Kapitalizmin Nihai Krizi Üzerine Bir Deneme” Yordam Kitap. https://www.yordamkitap.com/cokus-kapitalizmin-nihai-krizi-uzerine-bir-deneme
[6] https://gercekgazetesi1.net/ekonomi/ucuncu-buyuk-depresyon-8-yasinda Erişim Tarihi: 19 Haziran 2022.
[7] Sungur Savran (2018). “Dolar Neden Yükseliyor? ya da Türk lirasının baş aşağı düşüşü (1): Krizin kaynakları” https://gercekgazetesi1.net/ekonomi/dolar-neden-yukseliyor-ya-da-turk-lirasinin-bas-asagi-dususu-1-krizin-kaynaklari Erişim tarihi: 19 Haziran 2022.
[8] Levent Dölek “Ekonomiyi Kim Batırdı?” https://gercekgazetesi1.net/ekonomi/ekonomiyi-kim-batirdi Erişim tarihi: 19 Haziran 2022