Muhalif kalemlere hakim olan ‘ekonomik indirgemecilik’ ve buna bağlı olarak geliştirilen ‘kriz geldi, iktidar gidiyor’ varsayımına güvenmek, büyük hüsranların yaşanmasına neden olabilir. Bu nedenle seçimler öncesi son düzlüğe girerken siyasi projeler çok daha önemli hale gelecek.
İktidar söylediğini yapmıyor, yaptığını da söylemiyor. Bu halen ‘utangaç kalkınmacılığın’ semptomları. Litaretürde süren daha genel tartışmayla bağlantı kurarak söylersek, henüz devlet kapitalizminden bahsetmek çok güç. Diğer yandan ortodoks neoliberal bir programın takip edilmediği de açık. Bu 2013 sonrasındaki ‘utangaç kalkınmacılık’ çizgisinin devam ettiği anlamına geliyor.
ÜMİT AKÇAY
Geçtiğimiz hafta iktidarın 2023-2025 dönemindeki yol haritasını özetleyen Orta Vadeli Program (OVP) açıklandı. Programın ilginç olan yanı, daha önceki vaatlerin tutmadığının resmi olarak kabul edilmesi değildi. 2000’lerin başında TL’nin değerli kılınması sayesinde dolar bazında yüksek görünen kişi başına düşen gelirin 2013’ten beri gerilediği zaten herkesin malumu. 2022’deki kısmi artışın TL’deki değersizleşme sürerken gelmesi, geniş toplum kesimleri açısından yaşanan yoksullaşmayı hafifletmeye yetmedi. Ya da enflasyonun önceki yıllarda ilan edilen tahminlerin çok üzerine çıkması da sürpriz değil. Zira herkes bunu gündelik hayatında zaten deneyimliyor. Bunlar sürpriz olmayanlar.
OVP’nin ilginç olan iki yanı var. İlki 2013 sonrası belirginleşen Türkiye kapitalizminin yapısal krizi karşısında izlenecek birikim stratejisi ile ilgili değerlendirmeler. Yani daha çok orta vadeyi ilgilendiren bir boyut. Bu alanda bazı değişimler olmasına rağmen, halen iktidarın çelişkili doğasını izleyebiliyoruz.
Diğeri de, iktidarın seçim stratejisiyle ilgi, daha kısa dönemli bilgilerin yer aldığı boyut. Bilindiği gibi AKP ve MHP’nin oylarının toplamının son seçimlere göre 13-15 puan eridiği pek çok araştırma şirketi tarafından tespit ediliyor. Bu erimede rol oynayan en önemli etkenin ekonomi olduğu herkesin malumu. Dolayısıyla, iktidarın da muhalefetin de önümüzdeki yıldaki seçimleri kazanmaları, ekonominin gidişatına bağlı olarak şekillenecek. Bu nedenle OVP’nin kısa dönemli projeksiyonları önemli.
Aşağıda sırasıyla bu ikisini kısaca değerlendireceğim. İlkiyle ilgilenmiyorsanız doğrudan ikincisine geçebilirsiniz.
Büyüme Stratejilerinin Ekonomi Politiği
Eleştirel karşılaştırmalı siyasal iktisat literatüründe büyüme stratejileri, sermaye birikim (büyüme) modelleri ile bu modellerin üzerine oturduğu sosyal dinamiklerin kesişme noktasında konumlandırılır. Büyüme modelleri iç talebe dayanabileceği gibi ihracat odaklı da olabilir.
Belirli bir konjonktürde alternatif modellerin arasından hangisinin uygulanacağı, yani model seçimi (i) dünya ekonomisindeki hakim dinamikler ve (ii) modellerin üzerinde yükseldiği büyüme koalisyonlarının bileşimi tarafından belirlenir. İkinciyi biraz daha açmak gerekirse, büyüme koalisyonları, iktidar bloğu içerisindeki hakim sınıf fraksiyonunun çıkarları etrafında örgütlenen farklı toplumsal kesimlerin genel çıkarlarını yansıtır.
Dolayısıyla bir büyüme stratejisi, hakim büyüme modeli ile çelişkili olabileceği gibi onu konsolide etmeyi de hedefleyebilir. Bu anlamıyla belirli dönemdeki büyüme stratejileri, iktidar bloğu içindeki hakim sınıf fraksiyonunun ve siyasi elitin çıkarlarının uyumlandığı anda ortaya çıkar. İstikrarı, dışsal koşulları bir kenara bırakırsak, bu ilişkinin sürekliliğine bağlıdır.
OVP’nin Çelişkili Büyüme Stratejisi
Yukarıda kısaca özetlediğim çerçeveden OVP’ye bakarsak ne görebiliriz? Kısa yanıtı; tutarsızlıklar. Yani, iç uyumu olmayan bir büyüme stratejisi görebiliyoruz. Yazılarımı takip eden okuyucu bu durumu ‘utangaç kalkınmacılık’ olarak adlandırdığımı hatırlayacaktır. Ancak bu yılki OVP’nin geçen yılkinden farkı, tutarsızlıkların kısmen törpülenmeye çalışılması. Örneklerle açayım.
Geçen yılki OVP’de temel amaçların birbiriyle uyumsuzluğu hemen göze çarpıyordu: Yüksek katma değerli üretime geçiş ile uluslararası alanda rekabet gücü yüksek, üretim ve istihdam potansiyeli taşıyan sektörlerin desteklenmesi aynı anda hedeflenmişti. Uyumsuzluğun nedenini kısaca açayım: İlk amaç yani yüksek katma değerli üretime geçiş, esas olarak TÜSİAD’la somutlaştırabileceğimiz büyük sermaye kesimlerinin büyüme stratejisini özetleyen anahtar sözcüklerdir. Diğer yandan ikinci amaç, yani uluslararası alanda rekabet gücü yüksek, üretim ve istihdam potansiyeli taşıyan sektörlerin desteklenmesi, TÜSİAD dışındaki daha küçük sermaye kesimlerinin talebidir. Bu iki ana sermaye fraksiyonu arasındaki farkları açmak bir başka yazıya kalsın ama aralarındaki farkın önemli olduğunu belirtmekle yetineyim.
Dileyenler bu farkları açtığım şu programa bakabilir (9:34 ile 15:21 arasına):
Kolaylık olsun diye ilk stratejiyi ‘otoban’ (high road) ile özdeşleştirirsek, ikinciyi ‘toprak yola’ (low road) benzetebiliriz. Marksist terimlerle ifade edersek, ilk yol nispi artı değer sömürüsünü, ikincisi mutlak artı değer sömürüsünü öncelemektedir. Tabi fiiliyatta bu ikisinin birarada kullanıldığını akıldan çıkarmamak gerek.
Bu yılki OVP’ye gelelim. Yeni programda temel amaç ‘verimli ve rekabetçi yerli üretim yapısının güçlendirilmesi’ olarak belirlenmiş. Geçen yıldan bu yıla yaşanan fark, ikinci stratejinin yani ‘toprak yolun’ daha net bir şekilde tercih edilmesi gibi görünüyor ilk bakışta. Ancak hemen sonraki paragrafta yine ilk stratejiye referans verilmiş: ‘yüksek katma değerli üretimi öncelikli kılan ve ihracat temelli sürdürülebilir büyüme stratejisi’.
Buradaki çelişki şudur: Bu iki farklı amaç iki farklı büyüme stratejisinin hedefleridir. İkisi aynı anda olmaz. Bu çelişki, iktidar bloğu içindeki güç ilişkilerindeki bir değişimi yansıtıyor. Her ne kadar TÜSİAD dışı kesimlerin iktidar bloğu içindeki güçleri artsa da, bu kesimler henüz ideolojik/teknokratik gücü tam olarak ellerine geçiremedikleri için politika yapıcılar halen iki fraksiyonun projesini de barındırmak zorunda hissetmiş. Benzer şekilde finansal istikrar başlığı altında enflasyon hedeflemesinin sürdüğünü yazmalarının tek anlamı, kağıt üstünde de olsa, iki stratejiyi halen sürdürme zorunluluğunu hissetmeleri. Yani, iktidar söylediğini yapmıyor, yaptığını da söylemiyor. Bu halen ‘utangaç kalkınmacılığın’ semptomları. Litaretürde süren daha genel tartışmayla bağlantı kurarak söylersek, Cihan Tuğal’ın sözünü ettiği bir devlet kapitalizminden bahsetmek çok güç. Diğer yandan ortodoks neoliberal bir programın takip edilmediği de açık. Bu 2013 sonrasındaki ‘utangaç kalkınmacılık’ çizgisinin devam ettiği anlamına geliyor. Bu tartışma daha açılmaya muhtaç, o nedenle şimdilik bu konuyu bırakıp, kısa vadede daha önemli olanlara geçiyorum.
Ekonomi seçimleri çevirebilir mi?
OVP’nin kısa dönemli projeksiyonlarının detaylara bakalım.
Büyüme
Program, 2022’nin ikinci yarısında bir ekonomik yavaşlama öngörüyor. Zira yılın ilk yarısında % 7.5 olan büyümenin yıl genelinde ortalama % 5 olacağı tahmin edilmiş. Bu büyümenin yılın ikinci yarısında ilk yarısına göre yarıya düşeceğini beklediklerini gösteriyor. Bunun bileşenlerine baktığımızda ise nihai yurtiçi talebin yarıya düşmesi bekleniyor. Buna karşın net ihracatın katkısının halen pozitifte kalması dikkat çekici.
Büyümenin sürmesi, istihdamın seçimlere kadar korunup korunamayacağı açısından önemli. Zira hatırlanacağı gibi Hazine ve Maliye Bakanı enflasyon ve işsizlik arasında bir tercih yaptıklarını bu yol ayrımında istihdamı koruyacak bir patikadan ilerlediklerini kendisi ifade etmişti. OVP, bu tercihin sürdüğünü teyit ediyor.
Enflasyon
Enflasyona geldiğimizde ise, 2022’de yıl sonunda enflasyonun 65’e gerileyeceği öngörülmüş. Bunda baz etkisi ve gıda fiyatlarındaki gerileme etkili olacağı tahmin edilmiş. Gıda fiyatlarındaki artışları dengelemek için geçen yılki programda önerilen ‘sözleşmeli tarım’ uygulaması yerine bu programda kooperatifçiliğe değinilmiş. Ancak üretim planlaması ve kamu yatırımlarından ziyade halen piyasacı çözümlerden medet umulduğu anlaşılıyor. Kısacası tarımsal planlama ve gıda fiyatları konusunda pek bir değişiklik yok. Bu durumda enflasyonun geleceğini tartışmak için ister istemez döviz kurunu konuşmamız gerekecek.
Döviz
OVP kısaca ‘döviz kurunu tutacağım’ diyor. Bu rezervlerle nasıl olacak sorusu sizin de aklınıza geliyor olabilir ancak çeşitli finansal mühendislik işlemleriyle bunun mümkün olabildiğini uzunca bir süredir görüyoruz. Burada iki konu var. İlki döviz arzı, yani dış ticaret, turizm, sermaye girişleri ve borçlanma. Bu kalemlerden dış ticaretin ‘dövizi tutmaya’ yetmeyeceği programda da belirtilmiş. Buna karşın turizm gelirlerinin artarak süreceğini beklemek mümkün. Buradaki muamma sermaye girişleri konusu. Geçtiğimiz haftalarda yaşanan sermaye girişleri sonrasında Merkez Bankası rezervlerinin biraz da olsa iyileştiğini biliyoruz. Bunun sürüp sürmeyeceği, sadece iktisadi gelişmelerle değil uluslararası politik ekonomiyle ilgili. Erdoğan yönetiminin son dönemki diplomatik çabalarını bu perspektiften okuyabiliriz.
Erdoğan'dan 'döviz rezervi' açıklaması: Birçok dost ülke gerekli desteklerini sağ olsun veriyor. Onlardan borçlanmamız Merkez Bankası olarak güçlenmemize neden oluyorhttps://t.co/hOQ7esRJAg pic.twitter.com/VqYDXxTPsl
— soL Haber (@solhaberportali) September 9, 2022
Son olarak geriye borçlanma kalıyor. Borçlanmada da özel sektörde finansal olmayan firmaların halen borç ödediğini, net borçlanmanın azaldığını biliyoruz. Bankacılık sisteminin borçlarını çevirmesi ile borçlanmanın süreceğini öngörebiliriz.
İkinci konu döviz talebi. TL’deki değersizleşmeye bağlı olarak hanehalkları için döviz talebinin hız kesmeyeceğini öngörebiliriz. Ancak bu talep 20 Aralık 2021 sonrasındaki KKM uygulaması ile sınırlandı. Özellikle firmalarla ilgili yapılan düzenlemeler ve vergi teşvikleriyle döviz talebinin azaltılması amaçlandı. Bunun süreceği anlaşılıyor. Taleple ilgili bir başka konu, ithalat faturası. Üretim için gerekli olan ithalat halen önemli bir döviz talebi yaratmayı sürdürecek. Zira programda bunun düşmeyeceği belirtilmiş. Döviz talebinin azalması ancak enerji faturasının gerilemesiyle olabilir. Petrol fiyatlarının gerilemesi ve Rusya ile sürdürülen ilişkiler sayesinde doğalgaz akışında büyük bir sorun yaşanmayacağının anlaşılması bu açıdan önemli.
Sonuç olarak programda dövizin enflasyon oranında artacağı varsayımına yer verilmiş. Dolar kurunun 2023 için ortalama 21,52, 2024 için ortalama 24,62 ve 2025 için ortalama 25,77 TL olarak tahmin edildiğini anlıyoruz. Enflasyonun ise, TL’deki değersizleşmeye paralel olarak hareket edeceği öngörülmüş. Bu, Türkiye’deki enflasyonun esas olarak döviz kuru kaynaklı olduğu varsayımına dayanıyor. Bu kısmen doğru. Esasında önceki dönemde de (2002-2013 arası) enflasyon hedeflemesi esas olarak döviz kuru hedeflemesiydi. Dövizi değersiz, TL’yi değerli kılınca enflasyon düşüyordu. 2013 sonrasında ekonomi yönetimi esas olarak mekanizmaya dokunulmadı, ancak ters çevrildi. Mekanizmaya dokunmak için sermaye hareketlerinin kontrolü gerekir ancak o çizgiyi geçmiyor iktidar. Burada döviz kurunun kontrollü değersizleşmesini sağlayıp sağlayamayacağı temel soru işareti olacak. Zira enflasyonu kontrol etme mantığı, 1999 IMF programındakine benzer şekilde enflasyonun temel dinamiğinin döviz kuru olduğu varsayımına dayanıyor. Yani buradaki formül ‘döviz sebep, enflasyon netice’, kısaca DSEN. Dolayısıyla enflasyon hedeflemesi, döviz kuru hedeflemesi olarak sürüyor.
Cari Denge
Cari denge, Eylül 2021 sonrası iktidarın girdiği yeni kulvarda giderek daha önemli bir değişken haline geldi. İthalatta dışa bağımlılığı azaltacak politika ve tedbirlerin uygulanması öngörülmüş ancak bunların ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz. Bildiğimiz, ithalat faturasını büyük ölçüde düşürme potansiyeli olan ara malların üretimini sağlayacak güçlü bir kamu yatırım programının olmaması.
OVP’nin temel mantığı şuna dayanıyor: Cari açık azalacak, dış finansman ihtiyacı azalacak, TL üzerindeki değersizleşme baskısı azalacak, enflasyon düşecek. Bu mantık silsilesinde bir çeşit ithal ikamesi olacağı da öngörülüyordu. Yani ithalat o kadar pahalı hale gelecek ki, bu malları içeride üretmek daha ucuzlayacak ya da ithalat azalacak. Ancak bu firmaların bu tip bir uyumlanmayı kendiliğinden gerçekleştirmesi mümkün değil. Dolayısıyla firmaların yatırım kararlarına müdahale eden bir planlama olmadan, bu tip bir dönüşümü gerçekleştirmek hayalciliktir. Yani sadece para politikasıyla sanayide ‘devrim’ yapmak mümkün değildir. Aynı çerçeve sürüyor.
Bütçe
Son olarak kamu harcamalarının gelişimine bakalım. Takip etmeyenlere hatırlatalım: 2022’nin ilk yarısında bütçe fazlası vardı, oysa OVP’de bu yıl sonunda yaklaşık 460 milyar TL’lik açık öngörülüyor. Yani yüklü bir kamu harcama programı geliyor. Büyük ihtimalle enflasyonun yarattığı sorunları yoksullara yardım programlarıyla hafifletmek ve yavaşlayan büyüme karşı bir dengeleme yaratmak için kullanılacak bir kamu harcama programından bahsediyoruz.
Kısmi borç silme, sosyal konut projeleri, güçlü asgari ücret artışı ya da sosyal yardımların artırılması gibi kalemleri üst üste koyduğumuzda, işçi sınıfının geniş kesimleri açısından enflasyonun yıkıcı etkilerin bir dönem için de olsa azaltılmasının mümkün olduğunu söyleyebiliriz. Bu seçimlere giderken ‘oyunu değiştiren’ bir faktör olabilir mi? Kritik soru bu. Şimdilik kolayca ‘hayır’ demenin mümkün olmadığını hatta bunun bir kolaycılık olduğunu düşündüğümü belirteyim. Geniş kapsamlı kamu harcama programı TL’de ılımlı değersizleşmeyle sürdürülebilirse, enflasyonun gerilemesi (yüzde 40’lara yerleşmesi) mümkün.
Yani, muhalif kalemlere hakim olan ‘ekonomik indirgemecilik’ ve buna bağlı olarak geliştirilen ‘kriz geldi, iktidar gidiyor’ varsayımına güvenmek, büyük hüsranların yaşanmasına neden olabilir. Bu nedenle seçimler öncesi son düzlüğe girerken siyasi projeler çok daha önemli hale gelecek.
Görsel: “1 Yeni Türk Lirası” by KorayGokhan is licensed under CC BY-NC-ND 2.0.