Bu fotoğraf, restorasyon sürecinde Türkiye merkez medyasının kurumsal yapısında kısmi değişimlere rağmen medya çıktılarının, televizyon ve gazetelere doldurulacak gazetecilerin iktidar ve sermaye düzeni ile uyumlu olacağını; egemen sınıfın AKP ile sürüklendiği hegemonya krizinden çıkışta medyanın önemli araçlardan biri olacağını da öngörülür hale getirmektedir.
VAHDET MESUT AYAN
Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz ziyareti ve bu ziyaret esnasında bazı gazetecilerle verdiği pozlar, özellikle yeni medya kanalları aracılığıyla çok tartışıldı. Bu tartışmalara dair birkaç konunun altını çizmekte fayda var.
Türkiye’de iktidar-medya/basın ilişkilerinin tarihi, sınıf savaşımları ve daha özel alanda devletin sınıf savaşımı esnasındaki rolü hakkında fikir vermektedir. Şayet günümüzden geriye, geriden günümüze kısaca medya alanını incelersek 1924’te Takrir-Sükûn’dan tek parti dönemine, Demokrat Parti’den darbe dönemlerine dek basın üzerinde kurulan baskıyı, dönemin egemenlerinin tüm Türkiye toplumu ve işçi sınıfına yönelik uyguladığı tahakkümle yakından ilişkili olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu anlamıyla basın/medya üzerinde kurulan güç ilişkileri, Türkiye demokrasisinin aldığı/alacağı yönü de göstermektedir. Dolayısıyla ülkenin medya tarihine göz gezdirmek, o dönemki devlet-siyaset-toplum ilişkileri hakkında edinilecek bilginin anahtarıdır.
2002 yılında iktidara gelen AKP’nin medya politikalarını ve bu politikaların değişimini de bu gözle takip etmek hem iktidarın siyasi yönelişi hem de daha genel olarak egemen sınıfların yönetme krizi, bu kriz karşısındaki konumları ve arayışları hakkında fikir verebilir. Yine de belirtmek gerekir ki “Eski Türkiye”den farklı olarak AKP’nin medyaya uyguladığı baskı ve medya ile kurduğu ilişkiler, belirli anlamda özgüllükleri de içinde barındırmıştır.
Medya kuruluşlarını kapatmak, gazetecilerin mesleklerini yapamaz duruma gelmesi, uygulanan sansür politikaları, ideolojik ve ekonomik olarak kendine yakın medya kuruluşlarını ortaya çıkarmak, eski Türkiye’de basını/medyayı hâkimiyet altına almanın belli başlı yollarıydı. AKP’nin medya kuruluşlarının kurumsal yapısını değiştirmeden, organik aydınlarını merkez medya diyebileceğimiz kuruluşlara yerleştirerek, bu yolla merkez medyanın bazı kuruluşlarının sesini değiştirmesi, onun özgül olan yöntemlerinden biriydi. Böylelikle bir yandan medyanın bir kısmına ağır bir tahakküm uygulanırken, diğer yandan merkez medyanın bir kısmı AKP ideologları tarafından çevreleniyordu. Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz gezisinde yanına aldığı yazarlara bir de bu açıdan bakmakta fayda var, zira İmamoğlu’nun yanına aldığı Akif Beki ve Nagehan Alçı, AKP’nin hegemonya mücadelesinde medyadaki en önemli simalardan sadece ikisidir.
Her iki gazetecinin de kariyerlerinin AKP döneminde yükseldiği, Gülen Cemaati ve AKP arasında kurulan koalisyon sürecinde ise bu isimlerin en parlak günlerini yaşadığını söyleyebiliriz. Alçı’nın Gülen övgüleri ve Kabataş yalanı hakkında söylediklerine hiç girmeyeceğiz. Beki, 2005-2009 yılları arasında Erdoğan’ın başdanışmanlığını ve basın sözcülüğünü yapmış, 2009’da Doğan Medya bünyesindeki Radikal’de yazmaya başlamıştı. Radikal’in Beki’yi transfer etmesi, Doğan Grubu üzerinde kurulan iktidar baskısını biraz olsun rahatlatmak amacı taşımaktaydı, ancak bu yetmemiş olmalı ki bir yıl sonra gazeteciliğe Zaman’da başlamış ve Gülen Cemaatiyle iyi ilişkileri olan Eyüp Can, gazetenin Genel Yayın Yönetmeni olmuştu. Bahsettiğimiz bu yıllar AKP’nin medya savaşına giriştiği, medyayı hem içerik hem de kurumsal anlamda değişime zorladığı yıllardı. Aslında durum açıktı, Başbakanlık Basın Müşavirliği’nde gazetecilere akreditasyon uygulayan Beki, Eyüp Can ile birlikte Radikal’in dümenini iyiden iyiye AKP’ye çevirecek; Nagehan Alçı ise yine dönemin merkez medyasında AKP’nin siyasal/toplumsal politikalarını meşrulaştıran/yeniden üreten bir çizgi izleyecekti.
Alçı ve Beki’nin yanında tartışmanın odağında Ertuğrul Özkök de bulunmaktadır. Türkiye medyasında Özkök’ün bambaşka yeri var, kendisi eski Türkiye’nin amiral gemisi Hürriyet’in senelerce yayın yönetmenliğini üstlenmiştir. Özkök, 1980 sonrası basında yaşanan köşe yazarı enflasyonunun ardından Hürriyet’te yazarlığa başlamış ve o dönem köşe yazarlarının en önemli işlevi olan neoliberalizmin ideologluğu görevini “başarıyla” yerine getirmişti. Neoliberalizmin savunuculuğu yanında Ahmet Kaya’nın sürgün edilişinden Hrant Dink’in katledilmesine dek Hürriyet’in oynadığı rolde, Özkök’ün hatırı sayılır bir payı bulunmaktadır.
İktidarın hegemonya krizi, sınıf mücadelesi ve İmamoğlu’nun seçimleri
Beki’nin AKP gemisinden inmesi, Alçı’nın ise bir ayağının gemide diğerinin dışarıda olmasının en büyük nedeni, düzen siyasetinin hegemonya krizinin derinleşmesinde aranmalıdır. İktidar koalisyonunun krizi atlatacak ve toplumsal rızayı üretecek politikaları üretmede çektiği zorluk, bir dönem iktidarın içinde yer alan siyasiler kadar gazeteciler tarafından da gözlemlenmektedir. İktidarda kalmak adına baskı ve zordan başka hiçbir argümanı kalmayan AKP’nin vaziyetini kuşkusuz büyük sermaye de görmekte ve buna karşı belirli hazırlıklar yapmaktadır, zira Türkiye gibi ülkelerde, baskı araçlarının sistem için kısa vadede çözüm üretebildiğini, uzun vadede toplumsal rızanın sağlanması gerektiğini sermaye herkesten daha iyi okumaktadır.
Türkiye’de özellikle 2021 yılından bu yana sınıf mücadelesinin yükselmesi, Kürt meselesinin tüm yakıcılığıyla hâlâ ülke gündeminde yer alması, dış politikadaki tıkanıklık sermayeyi yeni Erdoğan’lara yöneltmiş olabilir. Karadeniz gezisi esnasında gazetecilerle verilen pozlar, İBB Sözcüsü Murat Ongun’un “Biz bu tartışmaları önemsemiyoruz. Bu eleştiriler 200-300 kişinin kendi arasındaki yorumları, eleştirileridir” açıklaması, bizzat İmamoğlu’nun eleştiriler karşısında takındığı tutum, şimdinin geleceğe mirasının kibir ve keyfilik olduğunu gösterirken, esas mirasın 1980 sonrası ve AKP dönemi neoliberalizminin en önemli aydınları olacağını akla getirmektedir. Bu anlamıyla Erdoğan, krizini aşmak için eski Türkiye siyasetinden Tansu Çiller’i yeniden toplumun önüne sürerken, İmamoğlu ve ardındaki sermaye de restorasyon için hem eski Türkiye’nin hem de AKP medyasının önemli figürlerini yanına almakta beis görmemektedir. Bu da akla, çok konuşulan restorasyon sürecinin eskilerle yenilerin alaşımı çerçevesinde yürütüleceğini getirmektedir. Nitekim, Alçı’nın eleştiriler karşısındaki “Bu fotoğraftan hareketle Ekrem İmamoğlu’na saldıranların hiçbiri -evet hiçbiri- mevcut siyasal rejimin muhalifi değil. Bilakis rejime faydalı kişiler. Hepsinin de zihinleri bir şekilde Devlet’in kontrolünde. Korku ya da başka sebeple. Sonuçta böyleler” sözleri bu cenahta safların sıklaşmaya başladığına da işaret etmektedir.
Bitirirken
Yazının başında iktidar-medya ilişkilerinin sınıf savaşımının bir veçhesi olduğunu belirtmiştik. Geldiğimiz noktada ekonomik krizin derinleşmesi, devlet kurumlarının pul pul dökülmesi, toplumda artan yoksulluk ve işsizlik, hayat pahalılığı, işçi sınıfının sahneye daha sert biçimde çıkma ihtimalini artırmaktadır. 2021-2022 yıllarında yerleşik düzen bunun sarsıntılarını yaşamıştır. Sermayenin İmamoğlu tercihi ve İmamoğlu’nun Karadeniz gezisi, egemen sınıfın hegemonya krizine cevabıyken; gösterilen fotoğraf ilerleyen dönemin medya muteberlerini ve gazetecilerini de işaret etmiştir. Bu, restorasyon sürecinde Türkiye merkez medyasının kurumsal yapısında kısmi değişimlere rağmen medya çıktılarının, televizyon ve gazetelere doldurulacak gazetecilerin iktidar ve sermaye düzeni ile uyumlu olacağını; egemen sınıfın AKP ile sürüklendiği hegemonya krizinden çıkışta medyanın önemli araçlardan biri olacağını da öngörülür hale getirmektedir.
Aynı zamanda fotoğraf, henüz seçime girmemiş adayın kucaklaşma amaçlı erken bir balkon konuşmasını andırmaktadır, ancak balkon konuşmalarını ortaya çıkaran siyasi denklemler Türkiye emekçi sınıflarını nasıl sefalete, yoksulluğa ve işsizliğe sürüklediyse, restorasyon sürecinin müstakbel cumhurbaşkanın uygulayacağı siyaset, ekonomi ve medya politikaları da Türkiye işçi sınıfının aleyhine devam edecektir.