Sıradan vatandaşın durduğu yerden çarpık ve bozuk görünen ve hatta hiç görünmeyen kimi gerçekler büyük sermayedarların, Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin, Cengiz ve Demirören Holdingler’in bulunduğu yerden bakınca son derece doğru görünebilmektedir.


AYŞEGÜL K. KAYNAR

30 Ağustos Zafer Bayramı kutlamaları ardında tuhaf görüntüler bıraktı. Bunlara tuhaf dememin nedeni kendi başlarına tuhaf oldukları için değil, bir araya geldiklerinde yarattıkları etkinin ve oluşturdukları kompozisyonun uyumsuzluğu anlamında tuhaf. Bir yandan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde Atatürk’ün resmi dalgalandı ve Cumhurbaşkanı “Başkomutan ve Cumhuriyet’in banisi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü” içtenlikle yad etti. Ardından Milli Savunma Bakanlığı Armoni Mızıkası Komutanlığı Orkestrası tarafından “Allahu Ekber” nidalarıyla “Ordunun Duası” çalındı, söylendi. Hemen ertesi gün Deniz Harp Okulu Camisi açıldı ve bugün ise Milli Savunma Bakanı ve Genel Kurmay Başkanı Yaşar Güler Uçuş Eğitim Yılını dualar ve Kur’an tilaveti sonrası açtı. Atatürk’e referansı elden bırakmadan ordunun İslam’la harmanlanması karşısında Hakan Şahin’in sosyal medya üzerinden siyaset bilimcileri ve asker-sivil ilişkileri çalışan herkesi bir nevi göreve davet etmesi çok da yerindedir; zira tuhaflık diyerek geçiştirdiğim konu aslında siyasi rejimin dönüşümünün belkemiklerinden biri. Aynı tuhaflık ekonomide de aynı derecede geçerli. Önlenemeyen bir enflasyon, yüksek döviz kurları ve tükenmeye yakın döviz rezervinin yanına Merkez Bankası’nın politika faizlerini düşürmesi eklenince ortaya çıkan kompozisyon uyumsuz, anlamsız ve tuhaf. Yahut, şöyle düzelterek konuya giriş yapayım: Sıradan vatandaş cehpesinden bakınca uyumsuz ve anlamsız.

Her iki konuda da (ekonomi ve asker-sivil ilişkileri ya da sizin ekleyeceğiniz bir üçüncüsü) derinlikli çalışmalar yapan yorumcular, konuşma dilinde ve yüzeysel bir analizle kullanılan ve ele alınan konuyu anlamamayı ya da gelişmelerin tutarsızlığını ifade eden “tuhaf” ifadesine itiraz edeceklerdir. Zira bilmektedirler ki sıradan vatandaşın durduğu yerden çarpık ve bozuk görünen ve hatta hiç görünmeyen kimi gerçekler büyük sermayedarların, Türkiye-Suudi Arabistan ilişkilerinin, Cengiz ve Demirören Holdingler’in, mafya babalarının, Hulusi Akar’ın, AKP Genel Merkezi’nin ya da Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nin bulunduğu yerden bakınca son derece doğru görünebilmektedir ve işte sadece bu noktalardan bakarak görebileceğimiz bu gerçekler ışığında yaşananlar tutarlı bir bütün, anlamlı bir resim sergilerler. Buradaki önerme, Türkiye’de özel olarak değindiğimiz iki alanın, ama genelleyerek tüm devlet yönetimi demekten de çekinmiyorum, anamorfik olmasıdır ve mesele öncelikle bir perspektif meselesidir: Belli bir anlama sahip değilmiş gibi duran uyumsuz parçalara özel bir perspektiften bakarsak onun anlamını keşfedebiliriz.

Perspektif değiştirerek bütünün farklı ve çelişik yönleri arasındaki bağı görebileceğimizi söylemeye gerek bile duymuyorum. Tartışmaya açmak istediğim nokta daha ziyade, bu anamorfik yapının yine de bilinçli bir eylemi, bir tasarımı öngerektirdiği. Hükümete karşı askeri darbeye kalkışan orduyu yöneten Genelkurmay Başkanı’nın yine hükümet tarafından Milli Savunma Bakanı yapılmasının görece uzun vadeli bir politikayı takip eden, planlı bir hamle olduğunu ima etmesi. Bu yorumun zıt kutbunda anomi var. İki kutbun ortasında ise “yararlılık” duruyor.

Yararlılık, hükümetin bugünü ve geleceği yönetebilme ve dolayısıyla planlayabilme gücünü çoktan kaybettiğini tespit ederek, kimi hamleleri kısa vaadede yararlı bulduğu için yaptığını kabul eder. Dış politikada dostlar-düşmanlar sirkülasyonuna benzer şekilde birkaç yıldır enflasyon ve faiz arasında iddia edilen ilişki de, TSK ve Milli Savunma Bakanlığı arasındaki şimdilik ikincisi lehine kurulan üstünlük de aslında üzerinde çok düşünülmüş ve büyük resmi tamamlayan değil; kısa vadeli, zamanın gerekliliklerine uygun ve bu nedenle de zaman içinde hızlıca değişebilecek unsurlardır. Yararlılıktan yola çıkarsak Türkiye’de devlet yönetimi nereden bakarsanız bakın, perspektifinizi nereye konumlandırırsanız konumlandırın bir anlam ifade etmez, zira parçaların kompozisyonunun bir anlam ifade etmeye yaklaştığı bir perspektif yakaladığınızda o kompozisyon hızlıca bozulur, dağılır, yenisi kurulur, yeni tahmini anlamlar belirir. Velhasıl, yararlılık Türkiye’de devlet yönetiminin amorf olduğu yorumuna yatkındır.

Asker-sivil ilişkileri üzerinden örneklendirmeye çalıştığım ve devlet yönetimine formsal niteliğiyle yaklaşan bu bakış açısında anamorfik ve amorf temsillerine aslında içkin olan bir diğer unsur, bu temsillerin zaman boyutudur. Türkiye’de devlet yönetiminin zaman ve hız faktörleri de dahil edilerek incelenmesi anamorfik ve amorf temsillerinin kullanımı arasındaki farkı daha da açık eder. Anamorfizm geçmişe bakmak ve anlamın nereden geldiğini, çoklu parçaların neye dönüştüğünü bir nevi ağır çekimde yorumlamak için elverişlidir. Amorfizm ise gelecek odaklıdır; bir nevi hızlandırılmış çekimde neyin, adı olmayan nasıl bir şeye dağılıyor ve adı olmayan nasıl bir şeyin kuruluyor olduğunu dikkate alarak bügünü yorumlamaya daha elverişlidir. Bu sebeple günümüzde asker-sivil ilişkilerini yorumlarken, tabiri caizse, el arttırıyor ve şu sorunun merkeze alınmasını öneriyorum: TSK altı yıldır doğrudan ve Milli Savunma Bakanlığı dolayımıyla Cumhurbaşkanı’nın tahakkümünde olmasına ve askeri yüksek bürokrasi TSK’nın askeri ritüellerinde İslami öğelerin egemen olmasına hiç bir itirazda bulunmamasına rağmen TSK neden bir İslam ordusuna ya da Cumhurbaşkanlığı Muhafızları Ordusu’na dönüşmez?


Fotoğraf: Cumhurbaşkanlığı arşivi, tcbb.gov.tr


 

Bu içeriği paylaş: