AKP’nin elinde “aynı kalarak değişen” mit, Türk sağının arketip seçkilerini (Bozkurt, Malazgirt Destanı, Kızılelma vb.) muhafazakâr bir dokuda birleştirerek yeni Osmanlı sanrısını yaratır. Yasin Durak’ın deyişiyle “o ilk şarkı bugün hâlâ yeni aranjmanlarla kulaklara çalınır.”


VAHDET MESUT AYAN

Günlük hayatta duygu ve düşüncelerimizi anlamlı bir bütün halinde ifade etmemizin en gerekli araçlarındandır sözcükler. Sözlük’te belli bir anlamı olan, tümce kurmaya yarayan ve tümce kuruluşunda özel görevi olan dil öğesi olarak açıklanan “sözcük” kelimesini Voloshinov, Marksizm ve Dil Felsefesi adlı yapıtında en alasından ideolojik bir olgu olarak tanımlıyor. Toplumsal iletişimin en arı ve en duyarlı mecrası olarak kabul ederken sözcüğün göstergeleri sadece yansıtmadığını aynı zamanda onları saptırdığını da sözlerine ekliyor.[1] Yazarın dil ve sözcük üzerinden kurduğu yansıtma/seçme/saptırma ilişkisini, R. Williams ise Kültür ve Materyalizm başlıklı çalışmasında egemen kültürün işlevlerine dâhil ediyor. Ona göre egemen kültürün her daim tek bir geleneği ve tek bir tarihi bulunmakta, ancak burada da esas olan her zaman seçmedir, geçmiş ve şimdinin mümkün olan tüm bir alanından belirli anlamlar ve pratikler seçilir. Diğerleri ise göz ardı edilir ve kültür alanından dışlanır. Dahası anlam ve pratiklerden bazıları yeniden yorumlanır, seyreltilir ya da etkin hâkim kültürle çelişmeyecek biçimlere büründürülür.[2] Dil ve kültür üzerinde yapılan çalışmalarda temel belirleyicinin neyin içeride, neyin dışarıda kalacağına dair karar verme sürecinin önemli olduğu; dil, kültür, gelenek, tarih gibi dışarıdan bakıldığında nesnel kategorilerin egemenler tarafından çerçevelendiğini ortaya koymaktadır.[3] Bu çerçeveleme, yerleşik anlamların yerinden edilmesi ve yeni anlamların kültürel alanda baskın kılınmasını içerir, ancak burada esas olan burjuva egemenliğine halel gelmemesidir.[4] Burjuva uygarlığı, devraldığı egemenlik biçimleriyle çelişmeden, onları zamana yayarak ve sinsice pekiştirir, kendi içine alır ve soğurur.

Kültürün Huzursuzluğu, Yasin Durak, Sol Kültür Yayınları, Ankara, 2022

Yine de bu sürecin kusursuz işlediği elbette söylenemez, zira kültür alanının dinamikliği ve alternatifi yeşerten doğası egemene kâbus gibi çöker. O kadar ki devlet aygıtının tümünü eline geçiren, toplumsal alanda hâlâ belirli bir desteğe sahip AKP bile zaman zaman kültürel alanda iktidar olamadıklarından, yeterince mücadele edemediklerinden sızlanır durur. İşte, Yasin Durak’ın kaleme aldığı ve Sol Kültür tarafından yayımlanan Kültürün Huzursuzluğu: Türkiye’de İslamlaştırma ve Zaafları başlıklı kitap, AKP’nin kültür alanındaki mücadelesini ve zaaflarını kapsamlı bir biçimde inceliyor. Türkiye toplumuna atfedilen, atfedildikçe ezberlenen, ezberlendikçe gerçek sanılan toplumun kendiliğinden muhafazakâr olduğu kanısına bir karşı çıkışı olarak okunabilecek kitap, dört bölümden oluşuyor. Durak’ın eseri, AKP döneminde sembollerin dönüşümünü, yine bu dönemin zaman anlatısını, sağın mitolojisini ve kültür mevzubahsinde tüm bunlara rağmen egemen kültüre karşı oluşan kültürel direnişi serimliyor. Bunları yapmazdan evvel yazar, oldukça zor tanımlanan kültür mefhumunu, değişkenlikler içinde dünyayı ve kendini anlamlandırma, dolayısıyla dünyayı ve kendini dönüştürme olarak tarif ediyor.

Durak, devingenliği, mücadeleyi ve sürekli oluş halini sergileyen tanımdan hareketle olmuş olanı, olanın içindeki potansiyeli gözler önüne seriyor. Bu anlamıyla da Kültürün Huzursuzluğu geçmişi, şimdiyi ve ihtimal dâhilindeki geleceği kültürü merkeze alarak ve diyalektik yöntemi içererek bütünlüklü bir okuma sunuyor okura. Böylece kültür çalışmalarında/okumalarında bizi Bourdieu’ya muhtaç bırakmadan çubuğu yeniden Marksizm’e ve onun yöntemine bükmemizin önünü açıyor. Bu yöntem dâhilinde elbette egemenin kültürel alandaki mücadelesine, bu mücadele içinde geliştirdiği araçlara da dikkat çekiliyor. Hülasa egemenin kültürel alanda neyi neden yaptığını şöyle açıklıyor Durak:

Yeri geldiğinde tabuya yaslanmak, kendi yasakçılığını kültüre isnat etmek, yeri geldiğinde töreye ilişmek, kendi ereklerini topluma da belletmek, yeri geldiğinde mite sarılmak, şarkılara eşlik etmek, düşlere bile musallat olmak, yani kültürü kullanarak kendi ayrıksılığını gizlemek, boyunduruk altında tutulan kolektif varlıkla özdeşleşmek zorundadır egemen. İşte bunu layığıyla beceremediğinde ise: Artık ne ölçüde kudreti olduğunun hiçbir önemi yoktur! [5]

Yukarıdaki metne dikkatle bakan okur, AKP ile geçen 20 yılda bunların handiyse tamamının yapıldığını, yapılmaya çalışıldığını sezer. Ferhat ile Şirin gibi bir aşk öyküsünü, üstelik Erdoğan’ı Ferhat ile özdeşleştirip HES projelerinde dillendirerek halkın hafızasını burjuvazininkiyle ortaklaştırmak; beraber yürüdük biz bu yollarda diyerek halkın tarihi ile kendi tarihini birleştirmek ve bu vesileyle iktidar ile toplum arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi gizlemek; Fetih Şenliklerinin düzenlenmesiyle Osmanlı’dan doğrudan AKP’ye köprü kurmak ve yerleşik Cumhuriyet kurgusuna meydan okumak; kamu dairelerinin, imam hatip liselerinin ve dahi Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı Selçuklu mimarisi ile inşa etmek, Ankara/Ulus’u baştan aşağı yeniden biçimlendirmek sembollere ihtiyaç duyan AKP’nin kültürel mücadelesinin bir parçası olarak okunuyor.

Zaman anlatısında bir ruh çağırma seansı: Evlâd-ı Osmanlı Erdoğan

Kültürün Huzursuzluğu’nda zaman anlatısının AKP tarafından nasıl kurulduğu ve bu anlatıya bağlı olarak iktidarın kendini topluma nasıl iliştirdiği de ayrıntılı bir biçimde irdeleniyor.  Egemen anlayışla günlük hayatta çizgisel bir ilerleme olarak algıladığımız zaman olgusu, bir yerde iktidarın tutunduğu, topluma kendini kabul ettirdiği bir alana dönüşüverir. Toplumun ortak hafızasına çökerek kendini geçmiş dönemin tek varisi olarak gösteren egemen, varlığının ebedi olduğunu da bir bakıma ima eder. O, Osmanlı’nın günümüzdeki tek mirasçısıdır, bu nedenle İstanbul onun için önemlidir ve yine bu nedenle sözüm ona “zulüm 1453’te başladı” diyenlerle sadece o mücadele edebilir. Burjuva iktidarın zamanı belirleme ve tekelinde tutma kaygısı, onu geçmişin varisinden geleceğin prensine taşır, ona sadece 2023 yetmez; o sırasıyla 2053 ve dahi 2071’in de hükümdarıdır. Durak, AKP’nin geçmişten geleceğe kurduğu zaman anlatısını tanımlar:

Osmanlıcı kökenlere isnat edilmiş yerliliğin, her daim ulaşılması gereken cennet olan “muasır medeniyetler seviyesi” namına 2023’e, hatta 2071’e kadar yapılması planlanan projelerin ve “milletçe birlik-beraberliğe ihtiyaç duyduğumuz şu günler” hiç bitmediğinden “istikrarımızı” sürdürmek uğruna özgürlüğümüzden feragat ettiğimiz olağan üstü hallerin perde arkasında duran bu klasik iktidar oyunudur. [6]

AKP’nin kurgulanan zaman anlatısı içinden geçmişe başvurup oradan kendine ve amaçlarına en uygun ruhu çağırması da tüm bu anlatının bir parçasıdır. Böylece egemen, kendi amaçlarını tarihsel temellere oturturken bir yandan da amaçları meşrulaştırmış, bu yolla da kendini toplumun tarihine ve geleceğine iliştirmiş olur. Marx’ın Louis Bonaparte’in 18 Brumaire’inde dediği gibi, “Tüm ölmüş kuşakların geleneği, yaşayanların beyinlerine bir kâbus gibi çöker” söylediklerini anlamlı kılar, zira egemen “korku içinde geçmişin ruhlarını yardıma çağırır, dünya tarihinin yeni sahnesini eski oldukları için saygı duyulan giysilerle ve devralınan bir dille oynamak üzere, onların adlarını, savaş sloganlarını ve kostümlerini ödünç alırlar.” Geçişten devralınan ruhlar Durak’a göre, ülkenin kaderini partinin kaderiyle birleştirirken, cihan devleti fantezisini süren/sürdürülen bir utku olarak ifade eder. İktidar, çerçeveyi bir kez Osmanlı olarak çizip kendini de oraya yerleştirdiğinde, çerçevenin dışında kalanların hanesine onlardan alınacak intikam kalmaktadır. Yazara göre gayet hizipçi ve intikamcı olan bu anlayış, dışlamayı beraberinde getirir. Bu dışlama, yeniden şahlanış döneminde kamu zararı pahasına yapılan otoyollar, köprüler, havalimanlarına getirilen en küçük bir eleştiri dahi ecdat düşmanlığı olarak kodlar.

Mitolojiye sığınmak

Kültürün Huzursuzluğu, egemenlerin mitolojik olana ilgisini de tarihsel bağlamda gözler önüne seriyor. Bunu yaparken bu topraklardaki muktedirlerin mitolojik olana yaslanmanın onlar için neyi ifade ettiğini/amaçladığını da örnekleriyle ortaya koyuyor. Durak’a göre AKP’nin yeni Osmanlı hülyası, sağın külliyatından beslenirken, onu ihtiyaçları doğrultusunda başkalaştıran özelliklere de sahiptir. Her şeyden önce kutsal olanı içinde barındıran mite yaslanmak egemen için ezelden ebede giden yolu oluşturur, böylece onun hâkimiyetini perçinleyen bir işleve de dönüşür. Bu, mitolojik olanı ideolojiye dönüştüren muktedire tarih öncesi ve doğal bir hal bahşeden önemli bir eşiktir.

AKP’nin elinde “aynı kalarak değişen” mit, Türk sağının arketip seçkilerini (Bozkurt, Malazgirt Destanı, Kızılelma vb.) muhafazakâr bir dokuda birleştirerek yeni Osmanlı sanrısını yaratır. Durak’ın deyişiyle “o ilk şarkı bugün hâlâ yeni aranjmanlarla kulaklara çalınır.” AKP ile birlikte milliyetçilik mefhumu ve Türklüğün tanımı da değişir:

“İslam âleminin hamiliği” kabında yeniden servis ettiği söylenebilir: Altın çağ Türklerin İslam’a geçişiyle başlar. Malazgirt “bir medeniyet yolculuğunun” başladığı yerdir. Arketipik kalıplar İslam büyükleriyle, Selçuklu’yla, ama en çok Osmanlı’yla buluşturulur. [7]

Yeni Osmanlı kurgusu, sağcılığın tüm uğraklarının izlerini taşırken, çelişkili görünse de Kemalizm’in, İslamcılığın ve milliyetçiliğin motiflerini de sergiler. 16 Türk devletini simgeleyen askerlerin önünde poz veren Erdoğan ve partisi, kendisiyle birlikte çelişkili gibi duran unsurları harmanlar ve tarihten bu yana var olan “biz”e ilişiverir. Biz’i simgeleyen motiflerin aynı zamanda dışlayıcılığı da barındıran bir anlamı vardır. Öyle ki buradaki “biz”, hükmedenin hükmedilene çerçeve sunduğu, çoğulluğun terbiye edildiği siyasi yangına odun taşır.

Mitolojik olanın bu tasviri gerek iç ve dış politikada gerekse de popüler diziler, parti reklamları, iktidar mensuplarının açıklamaları ya da miting konuşmalarında kendini sürekli bir biçimde gösterir. İslami medya ve kültürel üretim alanını kendi döneminde genişleten ve hatta anaakımı içeriği ve kurumsal yapısıyla İslamcı bir hale büründüren AKP’nin ısrarla izleyicinin karşısına neden “Payitaht Abdülhamid”, “Diriliş Ertuğrul”, “Uyanış: Büyük Selçuklu”[8] gibi dizileri koyduğunu da bu tartışma çerçevesinde öğrenebiliriz.

Kültür kırımın zaafları

Kültürün Huzursuzluğu, Türkiye toplumunun “kültürel kodları” gereği her daim dindar muhafazakâr bir toplum olduğu varsayımına karşı ciddi bir karşı çıkış gösteriyor. Bu varsayımın gerçekten ziyade zorlayıcı iktidar eliyle “oldurulan”, gayretli kültür politikalarıyla üretilen bir yanılsama olduğunu açıklıyor. Saray rejimine vardığımız yolda “hâkim kültürün” baskın çıkarılmasının yapısal-tarihsel izleklerini irdeliyor. Kültürün heterojen içeriği ve çelişkiyle malul yapısının AKP’nin kültürü asla bütün olarak teslim alamamasının nedenlerinden biri olarak açıklıyor.

Gezi’nin, TEKEL’in ya da HES projelerine karşı yürütülen sınıfsal direnişlerin aynı zamanda kültürel bir direnişi de barındırdığını belirten eser, huzursuzluğu da burada görüyor. Dolayısıyla egemeni egemen yapan koşulların bir yerde onun zaafı haline geldiğini açıklıyor. Kültürün Huzursuzluğu, iğneyi kendimize batırmayı da ihmal etmiyor, zira etkili bir kültür politikası geliştiremeyen, genel anlamda egemen kültürel kodlar içinde muktedirin çizdiği sınırlar dâhilinde kalan Türkiye solunu, “hâkim kültüre” karşı ortaya çıkan tüm teyakkuzların, dirençlerin, örgütleyicisi olmaya davet ediyor.


DİPNOTLAR

[1] Volosinov, V.N., (2020). Marksizm ve Dil Felsefesi. Ayrıntı Yayınları.

[2] Williams, R., (2013). Kültür ve Materyalizm. Sel Yayınları.

[3] Dil ve kültüre dönük bu kavrayış, medya çalışmalarında da kabul görmüş, özellikle medya ve ideoloji üzerine odaklanan çalışmalar, bu kavrayışı takip etmiştir. S. Hall ve J. B. Thomshon’ın metinleri, medyanın haber pratiklerini ideolojik bir çerçeveleme üzerinden okumuştur.

[4] Durak, Y., (2022). Kültürün Huzursuzluğu: Türkiye’de İslamlaştırma ve Zaafları” Sol Kültür Yayınları.

[5] Durak Y. (a.g.e: s.18)

[6] Durak, Y. (a.g.e. s. 110).

[7] Durak, Y. (a.g.e. s. 220).

[8] Bu diziler, tarihsel anlatının kurgulanmasının tipik örneklerini sunarken, iktidarın güncel siyasi hamlelerini ve söylemlerini yansıtması bakımından da ilgiyi hak ediyor. Ayrıca diziler, iktidarın kurguladığı, Doğu-Batı; milli-gayri millî, vatansever-hain, biz-onlar ikiliklerini de Osmanlı ve Türkiye tarihine gömmeyi ihmal etmiyor. Örneğin “Payitaht Abdülhamid” dizisinin 27. bölümünde, bizzat Abdülhamid’in ağzından bu coğrafyada parlamenter sistemin fikir önderi Mithat Paşa’nın “hain” olduğunu öğreniyoruz. Oysa Mithat Paşa, Kanuni Esasi’nin ilanındaki rolü ve gerçekleştirdiği reformlar gerekçesiyle Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının kabul ettiği, saygı duyduğu bir figürdür. Dizide doğrudan bu isme “hain” denilmesi, aslında iktidarın diziler aracılığıyla doğrudan Cumhuriyet ve onun ideolojisine karşı mücadele ettiğini gösterir.


Fotoğraf: Cumhurbaşkanlığı albümü, Diriliş Ertuğrul dizisi setine ziyaret, tccb.gov.tr


 

Bu içeriği paylaş: