Türkiye’nin krizlerden ve otoriterlikten kurtulmasının yolu neoliberalizme alternatifler yaratmaktan, değişimin bayrağını bu birikim modelini inşa edenlere bırakmamaktan geçiyor.
2021 yılında küresel ekonomik gündemin pandemi sonrası toparlanma üzerine odaklanacağı açıktı. ABD’de Biden yönetimi yeni bir Covid-19 destek paketi açıkladıktan sonra orada durmadı. Boyutu ve içeriği müzakereler sırasında değişecek olmakla birlikte büyüklüğü 2,3 trilyon doları bulabilecek sekiz yıllık bir yatırım planı açıklandı. Altyapı ve enerji yatırımları yanı sıra emeğe yönelik destekler de öngören iki aşamalı girişim, nam-ı diğer Toparlanma Planının maliyeti ikinci aşamayla birlikte 4 trilyon doları bulabilir. Sekiz yıl boyunca, her yıl ABD ekonomisinin GSYH’nin yüzde 1’ine varacak ek kamu yatırım ve desteğinden faydalanması planı, çok uluslu şirketlerin nasıl vergilendirileceği üzerine bir tartışmada somut adımlar atılması ihtimalini artırdı.
Neredeyse Dünya parası konumuna sahip ABD dolarını dolaşıma sokan, küresel finansal altyapıda belirleyici gücü bulunan bir devlet dahi olsa Birleşik Devletleri, bu büyüklükteki yatırımları vergi miktarını artırmadan sürdüremez. Bilhassa Trump döneminde borsa şişkinliği yaratma yolunu açan vergi indirimleri ters yüz edilmeden daha kapsamlı harcamalara girişilmesi pek olası değil. Bu husus bizi, pandemi tam anlamıyla geride kalmamış bulunsa da, son bir yılda verilen bazı politika tepkilerinin nasıl sönümlendirileceği ya da sürdürüleceği noktasına taşıyor.
Uluslararası finansal kuruluşların uyarıları ve ‘destekler sürmeli’ açıklamaları devam ederken, tam bir yıl önce sorulmuş soru ABD yönetiminin yeni yatırım planı ve vergi tartışması üzerinden tekrarlanıyor: Pandemi, küresel kapitalizmi yeni bir birikim rejimine ve devlet müdahaleciliğine mi itiyor?
ŞİMDİ ŞİRKET KURTARILIR
Sorunun ikili bir yanıtı var: Hayatın her alanının piyasa temelli düzenlenmesinin beraberinde getirdiği çalkantılar ve 21. yüzyılın en büyük finansal krizinin (2008-09 uluslararası krizi) artçı şokları çok sayıda ülkede siyasal alanı 2010’larda alt üst ederken, Kuzey ülkelerinde aynı telden çalma tepkisi şirketlerin rekabet gücü ve sermaye birikimi temposu açısından sorunları yoğunlaştırdı. Daha müreffeh bir toplum için daha uzun vadeli ve sabırlı yatırımların gerekli olduğu, üstelik kamunun temel altyapı yatırımları ve bazı hizmetlerden uzak durmasının ekonomik durağanlığı pekiştirdiği 2015 ve sonrasında uluslararası finansal kuruluşlarda çok daha açıktan tartışıldı. Pandemi bu vurguların ima ettiği kayışın hızlanarak devam ettiğini söylemeyi gerektiriyor.
Neoliberal birikim ve düzenleme tarzını (başka eleştirel siyasal iktisatçılar gibi), parasalcı-finansal disiplin dayatması, şirket refahının (daha ziyade finansal piyasalar aracılığıyla) güvence altına alınması, çalışma refahı politikaları ve borçlandırma siyaseti üzerinden anlamayı tercih ediyorum. Küresel Kuzey’de varlık alım programları ve sektör kurtarma girişimleri finansal disiplini esnetirken, son yıllarda gözlemlenen ve pandemi sırasında daha belirgin hale gelen yukarıda değindiğim vurgu değişikliği artık somut programlara dökülüyor. Fakat yine son yıllarda Kuzeyde şirket kurtarma hamlelerinin ve borçlandırmanın doludizgin devam ettiğini gördük. Çalışma refahı olarak adlandırılabilecek uygulamalara bilhassa pandemi sırasında parantez açıldığı söylenebilir, fakat burada köklü bir değişim gerçekleşmedi. Dolayısıyla yeni bir düzenleme ve birikim rejimi ortaya çıktı, iddiasını destekleyecek veriler henüz elimizde bulunmuyor.
Bu nedenle ikili bir yanıt uygundur. Pandemi öncesindeki süreğen düşük faiz ortamı büyük şirketleri nakit tutmamaya ve hisse geri alımlarına (bu sayede şirket piyasa değerini artırmaya) özendirmişti. Pandemi sırasındaki kapanmalar, faaliyet geliri elde eden, ancak geliri borcunu çevirmeye yetmeyecek şirket sayısını artırdı. Durum, Avrupa’da ve Kuzey Amerika’da borsalarda işlem gören çok sayıda büyük şirketin (tahminler altıda bir ila dörtte bir arasında değişiyor) zombi sıfatını hak ettiğini söylemeye izin veriyor. Bunların uzun vadeli yatırım yapacak, yeni rekabet kazanımları ortaya koyacak halleri yok. Dolayısıyla devlet yeni bir göreve çağırılıyor. Pandeminin ağırlaştırdığı zombi şirket sorunu, satın alma ve birleşmelerle ve daha da zor durumdaki küçük şirketlerin yutulmasıyla yönetilebilir. Ancak bu tarz bir toparlanma farklı sermayeleri geçebilecek bir atılıma değil, hayatta kalma uğraşına benziyor.
Dolayısıyla şirketlere verilen (varlık alım programları, kredi olanakları vb.) desteğin tamamen kesilmediği ve temel neoliberal stratejiler açısından büyük bir değişimin görülmediği, ancak dayatılan finansal deli gömleğinin toplumlara dar geldiği bir konjonktürdeyiz.
Biden yönetimi ve “girişimci devlet” savunucuları, çıkışı, yeni tür bir devlet aktivizminin yaratacağı devlet-sermaye melezlenmesinde görüyorlar. Fakat bu stratejinin desteğini koruyabilmesi hem kısa sürede değer zincirlerinde daha güçlü bir konuma kayışla pozitif sonuçlar ortaya koymasına, zombi şirketlerin batmasını engelleyecek bir talep canlılığı yaratılmasına; hem de daha fazla vergilendirilecek sermayeler ile aktarım yapılacak kesimler arasında istikrarsız olacağı baştan belli bir dengenin tutturulmasına bağlı.
GÜNEY’E BİR ŞEY VAR MI?
Dikkat ederseniz özellikle ABD ekonomisi üzerinden verdiğim örnekleri küresel Güney’e taşımıyorum. Güney’de borçlanma maliyetlerinin yüksekliği kapsamlı yatırım programlarının uygulanmasını zorlaştırırken, sermaye hareketi serbestliği koşulları altında bağımlı ülkelerin alternatif stratejiler uygulama olasılığı daha baştan sınırlı kalıyor. Rekabetçi sermaye gruplarını destekleyip bir yandan da toplumun geniş kesimlerine daha fazla kaynak aktarılmasını sağlayacak girişimler bazı politikacıların rüyalarını süsleyebilir, bununla birlikte Güney’de yeni sıfatını hak edecek bir devlet-sermaye işbirliği projesi mutfaklarda pişirilmiyor. Üstelik, Dünya ekonomisindeki toparlanma 2021’de Güney’i olumlu etkileyecekse de Kuzey’in toparlanmasının yaratacağı finansal riskler de sene sonundan itibaren yoğunlaşacak.
Bu tartışmanın Türkiye siyaseti açısından yansımaları önemli. Bazı büyük sermaye grupları Kuzey’deki hava değişimine bakarak Türkiye’nin istikametinin yeni konfigürasyon içinde saygın bir yer edinmek olduğunu ifade ediyorlar. Ancak merkez ülkelerde esen rüzgâr nasıl bir resim ortaya çıkartacak henüz bilinmiyor ve aralarında Türkiye’nin de bulunduğu Güney ülkelerine yeni reformistler salonunda bir yer zaten tahsis edilmiş değil. Türkiyeli büyük sermayedarlardan yeni bir “dönüşümün eşiğindeyiz” sesi yükselirken, bu söylemsel hamle somut bir projeyle taçlandırılmış değil. Türkiye Ekonomisi 2021 raporunda “aman vergi artışına gitmeyin” uyarısında bulunan TÜSİAD bir yandan da nasıl bir “değişim” peşinde olunduğunu açıkça anlatıyor.
Kuzey reformizmi kulaklarda hoş bir seda gibi çınlayabilir, fakat ‘her şey değişiyor’ trenine atlamak büyük bir yanılsamaya yol açar. Çünkü Kuzey’deki arayış pek az stratejiyi değiştirerek toparlanma öngörüyor. Söz konusu muhafazakarlık Güney’e zaten pek alan bırakmamayı hedefliyor.
Nasıl tarihin tekerrür etmemesini sağlamak tarihi düzgün yazmayı gereksiniyorsa, Türkiye’nin krizlerden ve otoriterlikten kurtulmasının yolu da neoliberalizme alternatifler yaratmaktan, değişimin bayrağını bu birikim modelini inşa edenlere bırakmamaktan geçiyor.
Not: Bu yazı gazeteduvaR’da 16 Nisan 2021’de yayımlandı.