Küresel araştırma ağı Municipal Services Project, Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Konferansı ve Avrupa Borç ve Kalkınma Ağı, geçtiğimiz hafta içinde yeni bir çalışma yayımladılar. Profesör Dr. David McDonald (Queen’s Üniversitesi), Dr. Thomas Marois (SOAS, Londra Üniversitesi) ve Dr. Diana Barrowclough (UNCTAD) tarafından derlenen kitabın başlığı Kamu Bankaları ve Covid-19: Pandemiye Karşı Kamusal Finans ile Mücadele olarak çevrilebilir.
Yirmi dört araştırmacının katkıda bulunduğu çalışma bugüne kadar pandemi sırasında devlet bankalarının neler yaptığını belgeleyen ve tartışan en kapsamlı çalışma niteliği taşıyor (burada ağırlıkla devlet bankaları terimini kullanıyorum, ancak “public banks” terimi devlet mülkiyetindekileri de içeren daha geniş bir evrene işaret ediyor).
Burada çalışmayı kısaca tanıtmak ve Türkiye’de tartışmalarımızın odağını değiştirmeye uğraşma çağrısında bulunmak istiyorum.
ZOR BİR ORTAM
Pandemi dünya ekonomisi üzerinde bir şok etkisi yarattı ve toplumlar üzerinde büyük bir tahribata neden oldu. Bu etkiyi hafifletmek için birçok hükûmet hanelere nakit transferlerinin yanı sıra çeşitli finansal destek mekanizmaları sundular. Bilhassa küresel Kuzey’deki destekler yeni bir harcama konsensüsü yarattı.
Ayrıca daha ziyade küresel Kuzey’de merkez bankaları uzunca bir süredir yaptıkları üzere finansal varlık fiyatlarının düşmesini engelleyecek alımlar gerçekleştirdiler. Bu alımlar finansal varlıkları ellerinde tutan sermaye sahiplerine dayanak sunarken, çeşitli finansal destekler talep düşüşüne set çekmiş ve sağlanan yeni krediler çöküşü sınırlandırarak dünya ekonomisinin beklenenden daha az daralmasına katkıda bulunmuş görünüyor.
Kendilerine tevdi edilen görevler gereği, ya da devletlerin pandemi karşıtı mücadelelerinin bir uzantısı olarak devlet bankaları da bu dönemde çeşitli vazifeler üstlendiler. Verdikleri destekler özellikle küçük ve orta ölçekli işletmelerin batmasını engelledi. Ancak ne devlet bankaları ne de merkez bankalarının müdahalelerine ilişkin toz pembe bir tablo çizilebilir. Bu müdahaleler çoğunlukla geniş toplum kesimlerine kısa süre nefes alma imkanı sunarken, mevcut eşitsizlikleri hafifletme bakımından pek fazla bir etkide bulunamıyorlar.
BORÇLA HAYATTA KALMAK
Bu bağlamda çeşitli sektörlerin hayatta kalmasını sağlamak ile müdahale yoluyla daha hakkaniyetli bir destek sunmak ve eşitsizlikleri azaltarak tahribatı hafifletmek arasında bir fark bulunduğunu belirtmem gerekiyor.
Yukarıda değindiğim çalışma, kamusal finansal kurumların karşılaştıkları zorlukları tartışırken bir yandan da vazgeçilmez sektörlere verilen desteklerin etkilerinin anlaşılması açısından daha fazla araştırma çağrısı yapıyor. Editörler, pandeminin bir kayıp on yıla dönüşmemesi için kamusal finans araçlarının etkin kullanımının önemine işaret ediyorlar.
Gazete Duvar okuyucularının oldukça aşina olduğu gelişmeleri anlatarak ve Türkiye’de devlet bankalarının kullanımını tartışarak dahil olduğum bu projede özellikle bir noktanın altını çizmek istiyorum:
Devlet bankaları şeffaf ve hesap sorulabilir kılınmadıklarında dar çevrelerin projelerinin birer parçası haline kolaylıkla geliyor, seçim sath-ı mailinde destek mekanizması olarak kullanılıyor ve şaibeli kredi politikalarının tertipçisi haline dönüşüyorlar. Ancak dünyanın çeşitli coğrafyalarında demokratikleştirilebildikleri oranda kalkınma ya da hizmet temini bağlamında artan bir şekilde olumlu etkilerde bulunabiliyorlar.
Türkiye’de pandemi sırasında devlet bankalarının kullanımı önceki beş yılın örüntüsünü hatırlatırken, kredi genişlemesi açısından daha önceki girişimleri geride bırakan bir hamle görüldü. Esasında 21. yüzyılda kredi bağımlılığı artmış hanelere ve KOBİ’lere en kolay yoldan ve en hızlı şekilde destek verme kararlılığının yansımalarına tanık olduk.
Sonuç milyonlarca emekçinin yeni borçlular haline gelmesiydi. Pandeminin ilk üç ayında daha önce ihtiyaç kredisi borcu bulunmayan 1.8 milyon kişinin kredi almak zorunda kaldığını gördük. Hanelere yeterli destek sağlamaktan aciz Erdoğan yönetiminin tercihi açıkça borçlandırma idi. Zombi KOBİ’leri ayakta tutmak için de, ekonomi yeniden açılana kadar “idare” edilmesi amacıyla da gösterilen yol borçlanma oldu.
Pandemi, Kuzey ve Güney arasındaki eşitsizlikleri olduğu kadar gıda yardımı kuyruklarındaki binlerce Amerikalının da gösterdiği üzere ülkeler içindeki eşitsizlikleri de artırdı. Türkiye’de borçlandırılan haneler şimdi daha yüksek faiz ortamında borç çevirmek zorundalar. AKP yönetimi altında piyasacı otoriterliğin taşıyıcı kolonları haline gelen devlet bankalarının verdiği resimse büyük bir potansiyelin harcandığını söylemeye izin veriyor.
DEMOKRATİKLEŞMENİN RESMİNİ ÇİZEBİLİR MİSİN?
Devlet bankaları iki yüzlü tanrı figürü Janus gibi bir yandan zorda kalan hanelere ya da emekçilere destek vermek için kullanılıyor, öte yandan bu destekler faaliyet koşullarının demokratikleştiril(e)mediği bir ortamda finansal piyasaların derinleşmesi için ya da sermaye gruplarının taleplerinin karşılanması doğrultusunda seferber edilen kaynaklara nazaran devede kulak kalıyor. Türkiye’de kamu-kamu işbirliklerinin zeminini hazırlamak için kullanılmayan, çevresel felaketler karşısında koruma bariyerleri oluşturacak kamucu projelere ön ayak olmayan, yatırımcı taleplerinin karşılamak için elin atıldığı cep gibi algılanan devlet bankaları ortaya karışık ve toplumsal eşitsizlikleri orta ve uzun vadede daha derinleştirecek bir biçimde kullanılmış oluyor.
Kamu Bankaları ve Covid-19 kitabının tanıtım panelinde Profesör Dr. McDonald, açık bir tespitte bulundu. Biraz esnek çevirecek olursam şuna denk düşüyor: “Uzay mühendisliğinden söz etmiyoruz. Kamu bankalarını yeniden tasavvur edecek demokratik denetime ihtiyacımız bulunuyor”.
Türkiye’de ekonomi yönetiminde bazı kadroların değişimi ve sonrasında yatırımcı demokrasisi olarak tarif edilebilecek reform gündemini tartışmaktan ziyade, mevcut potansiyeli pandeminin yarattığı tahribatı en aza indirmek üzere nasıl kullanabiliriz tartışmasına ihtiyacımız bulunuyor.
Kamu özel işbirliklerinin nasıl devletleştirilebileceği üzerine zihin egzersizlerini, devlet bankalarının demokratikleşmesi ve yeniden inşası ile bir arada ele almak gerekiyor. Bu tartışma sadece ‘kamusal finansal kuruluşlar nasıl değerlendirilebilir’ düzeyinde kalamaz. Nihayetinde otoriterlikten kurtulmak, bir siyasi figürün değişmesi, bir koalisyon ortağının yerini başkasının alması ile değil, çalışanların katılımı ile mal ve hizmet kullananların denetimine dayanan kamusallaştırma ve demokratikleştirme projeleri aracılığıyla sağlanabilir. Bu nedenle eldeki araçları nasıl demokratikleştirebiliriz sorusu, siyaseti ve toplumsal üretimi (aynı zamanda yeniden üretimi) nasıl demokratikleştirebilir, radikal dönüşümü nasıl sağlayabiliriz konularına uzanıyor.
Faydalanılabilecek bir çalışma olarak Kamu Bankaları ve Covid-19 kitabını öneriyorum. Türkiye’deki felaketin siyasi beceriksizliklerle derinleştirilmesi (bir bakıma alaturka kriz yönetimi) sürecinde devlet bankaları nerede duruyor sorusunun cevabını arayanlar da çalışmaya link üzerinden ulaşabilirler: Public Banks and Covid-19: Combatting the Pandemic With Public Finance.
Not: Bu yazı 11 Aralık 2020’de gazeteduvaR’da yayımlanmıştır.