Sistemin ayakta durması amacıyla çocuk işçiliğin idari ve yasal düzenek eşliğinde, MESEM’ler, stajyerlik ve çıraklık üzerinden rasyonalizasyonu şiddetli biçimde sürmektedir. Türkiye’de uzun süredir hâkim olan ucuz emek-ucuz meta/hizmet üretimi modeli çerçevesinde çocuk işçilik, üretimi ayakta tutan bir olgudur.
KANSU YILDIRIM
Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ile A-101 zincir marketleri arasında “sektör çalışanlarının mesleki eğitim merkezleri (MESEM) aracılığıyla eğitim öğretim sürecine dâhil olması ile mesleki eğitim ve istihdam süreçlerini yaşama geçirmek” amacıyla imzalanan protokole göre öğrenciler haftanın büyük bölümünü A-101’de, bir gününü ise okula geçirecek. Böylece işçiler açısından köle pazarından pek farkı olmayan işgücü piyasasına çok sayıda çocuk işçi eklemlenmiş olacak.
Bir önceki özel okul sahibi Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un “mevsimlik işçilerin çocuklarıyla tarladaydım. Yaz tatili kitaplarını, bir salkım domatesle takas ettik. :)” mesajıyla çektirdiği fotoğraf, AKP’nin çocuk işçiliğe yaklaşımının ikonlarından birisi olmuştu. O günden bugüne MESEM olmak üzere çeşitli mekanizmalarla çocuk işçi ordusu kamu politikaları aracılığıyla büyütülmeye devam etti. MEB’in uzun süredir çocuk işçiliği yasal ve meşru hale getirme çabası neticesinde MESEM’lerde “eğitim alan” çocuk sayısı 2022/Ocak ayında 159 bin iken 2022/Ekim ayında 900 bine yükseldi.
Çocuk işçilik, kapitalist üretimin temel dinamiklerinden birisidir. Marx’ın Kapital’in ilk cildinde kullandığı ifadesiyle “gerçekten dehşet verici” üretimin ve çalışma tipinin anahtarlarından birisi çocuk işçilerdir. “Değerlenme süreci açısından bakıldığında, değişmez sermaye, yani üretim araçları, yalnızca, emeği ve emeğin her zerresi ile birlikte onunla orantılı bir artık emeği yutmak için vardır” diyen Marx, iş gününün doğal gündüz sınırlarını aşıp geceye doğru uzatılmasının sınırlı bir etkisi olduğunu, kapitalistin temel dürtüsünün günün 24 saatinde emeğe el koymak olduğunu yazar. Ne var ki, fiziksel anlamda mümkün olmayan bu durumu aşmak için gece ve gündüz çalışmanın ayrıştırılmasıyla oluşan vardiya sistemi de yetersiz kalmıştır. Gece ve gündüz çalışmadan doğan zamansal sınırları esnetme aşamasında sermayenin formüllerinden birisi çocuk emeği olmuştur. Kapital’de alıntılanan İngiliz resmi raporlarında görüleceği üzere çocuklar işlerin sıkışık olduğu zamanların dışında normal zamanlarda da gece ve gündüz vardiyalarında çalıştırılarak iş gününün “utanç verici bir şekilde uzatılmasına yol açmıştır”. “Bu uzatma, birçok örnekte, yalnızca zalimce değil, tam anlamıyla inanılmaz ölçüdedir.”
1800’lerin İngiltere’sinde fabrikalarda ya da ABD’de plantasyonlarda çekilen siyah beyaz fotoğraflarda gördüğümüz çocuk işçilerin çalışma ve yaşama koşulları bugün de aynı yakıcılığa sahiptir. Marx’ın o yıllarda çocuk işçilerin sağlık koşullarını betimlerken kullandığı “İngiliz bodrum katlarının bulaşıcı atmosferinde … gübre yığını üzerinde yatan çocukların, fabrikaların mekanik monotonluğunda çok çalışmaktan bodur kalmış ucubelerin muhteşem güzelliği!” cümleleri pek çok ülkede benzer şekilde devam etmektedir. Ağır yaşam koşulları altında ezilen dünyadaki yaklaşık 160 milyon çocuk işçinin 79 milyonu tehlikeli işlerde çalıştırılmakta ve 5-11 yaşlarındakilerin yüzde 28’i ve 12-14 yaşlarındakilerin yüzde 35’i ise okula gitmemektedir. Salgın zamanında okulların kapanması ve eğitime ara verilmesi de çocuk işçiliği artırmıştır.
Kapitalizmin tarihsel seyrinde piyasayı ve üretimi rasyonelleştirme aşamasında hukukun önemli bir rolü vardır. Hukuksal yapının (kodifikasyon, yasalar, yönetmelikler, kılavuzlar) bu süreçte işlevlerinden bir tanesi işyerini ve emek gücünü disiplin altına alarak, toplumsal yeniden üretimi ve kapitalist üretim ilişkilerini korumaktır. Tüm bu işlevlerin yerine getirilmesinde “gerçekten dehşet verici” türden sömürü koşullarının normalleştirilmesi de buna dahildir. Odağımızı buradan hareketle Türkiye’ye çevirirsek, sistemin ayakta durması amacıyla çocuk işçiliğin idari ve yasal düzenek eşliğinde, MESEM’ler, stajyerlik ve çıraklık üzerinden rasyonalizasyonu şiddetli biçimde sürmektedir.
Türkiye’de uzun süredir hâkim olan ucuz emek-ucuz meta/hizmet üretimi modeli çerçevesinde çocuk işçilik, üretimi ayakta tutan bir olgudur. TÜİK verilerine göre yüzde 70,6’sı erkek ve yüzde 29,4’ü kız çocuğu olmak üzere 720 bin çocuk işçi bulunmaktadır. Gerçekte bu rakam daha fazladır; istatistiksel bir hokus pokus eşliğinde 1,5 milyonu bulan çırak, stajyer ve meslek eğitimi gören öğrenci olmak üzere çocuk işçilik verileri eksik gösterilmektedir. Mevsimsel olarak (bilhassa kırda) çocuk işçiliğin daha az olduğu Ekim ila Aralık aylarında yapılan çocuk işgücü anketleri ile rakamlar düşürülmektedir.
Salgından sonra mutlak artık değer sömürüsünü artırmaya yönelen sermaye cephesi açısından işgünü ve çalışma süresi pazarlığı yapamayacak çocuk emeği kritiktir. MEB ile sermayenin işbirliği çerçevesinde çocuklar fabrikalarda, atölyelerde, perakende ve hizmet sektöründe uzun saatler düşük ücretlere çalıştırılmaktadır. Sömürünün simgeselleştiği mekânlardan biri olan A-101’in ise çocuk işçiler açısından cehennemden farksız olacağı açıktır. Daha önce Ağrı’daki bir şubesinde depoyu farelerin basması üzerine işçilerin bütün gece ürünlerin başında nöbet tutmaya zorlanması, iş tanımı dışındaki (mağazanın taşınması, tadilat gibi) işlerin zorla yaptırılması, envanter açıklarında çalışanların hırsızlıkla suçlanması, çok sayıda işin az sayıdaki personele yaptırılması gibi sömürünün en şiddetli biçimde uygulandığı bir şirketten bahsediyoruz.
Patronlar açısından bu durum, ücret pazarlığı imkânı olmayan, ücret ödemeleri eksik yatırıldığında ya da geciktirildiğinde susturabileceği veya şiddet uygulayabileceği çocuk işçi ordusu anlamına gelmektedir. Çünkü bu patronlara aynı zamanda stajyer çocuk işçilerin notunun yarısını verme hakkı tanınarak bir şantaj sistemi de kurulmuştur.
İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin çocuk işçilik raporunda belirttiği üzere, mesleki ve teknik eğitim vasıtasıyla çocukların işçileşmesinde bir ivme de 4+4+4 eğitim sistemi olmuştur. Eğitim-Sen’in hazırladığı “Çatışmaların Eğitim-Öğretim ve Öğretmenler Üzerindeki Etkisi Anketi”ne göre bu uygulamanın başlatıldığı 2011-2012 eğitim-öğretim yılında Türkiye’de sadece 45 özel meslek lisesi varken son üç yıl içinde kamu kaynaklarıyla yapılan doğrudan destek ve teşvikler sonucunda okul sayısı yaklaşık 10 kat, özel meslek liselerine giden öğrenci sayısı ise 17,5 kat gibi astronomik bir artış göstermiştir.
Mevsimlik, geçici, stajyer, çırak… adı ve statüsü ne olursa olsun dikkat edilmesi gereken bir boyut bulunmaktadır: Çocuk işçilik azalmak yerine artış sergilemektedir. Çok ağır ve tehlikeli işlere doğru kayan çocuk emeğinin yüzde 30,8’i tarım, yüzde 23,7’si sanayi, yüzde 45,5’i ise hizmet sektöründedir. AKP’nin ucuz emek-ucuz meta/hizmet üretiminin altyapısını oluşturan piyasa despotizmi yoğunlaştıkça çocuk emeği tehlikeli işlere doğru kaymakta, güvencesiz ve ağır koşullarda çalışan çocuklar iş cinayetinde yaşamını yitirmektedir. İSİG Meclisi raporlarına göre AKP iktidara geldiği 2002 yılından beri iş cinayetlerinde en az 787 çocuk işçi hayatını kaybetti.
Marx, çocuk işçilerin çalıştırıldığı kibrit yapımındaki koşulları ve yaşlarını aktarırken Dante’nin bu koşulları görse “en dehşet verici cehennem tasvirlerini geride bıraktığını düşünürdü” diye yazmıştı. Bu koşulların Kongo’daki kobalt madenlerinde, Bangladeş veya Hindistan’daki tekstil atölyelerinde, Türkiye’de imalat sanayinde, tarlalarda, kısacası dünyanın her tarafında aynılaşma eğilimi gösterdiğini ve/veya ağırlaştığını düşünürsek çocuk işçilikle mücadelenin etkili tek bir yolu vardır: Çocuk işçilik yasaklanmalıdır, yasal veya meşru hale getirecek tüm prosedürler, anlaşmalar durdurulmalıdır.