AKP’nin rant müştereki sadece Cengiz-Limak-Kolin-Mapa-Kalyon tröstlerini, Çukurambar’ın, Başakşehir’in yeni burjuvazisini, yeni orta sınıfını değil, doğrudan AKP’ye bağımlı olan milyonlarca yoksulu da yarattı.


İSMAİL GÜNEY YILMAZ

Siyasal mücadelede umut önemli bir silahtır. İnançla, kararlılıkla, kendi ideolojisine güvenle beslenen politik hat, en zor, en karanlık dönemlerde dahi, en azından geleceğe bir miras bırakılmasını sağlar. Zor yıllarda berkitilen bu politik miras da yarının daha güçlü kavgalarına ebelik, yurtluk eder. Arkaya dönülüp bakıldığında bir motivasyon unsuru olur.

Umut, durağan bir çizginin değil, bir savaşın getirisi olabilir ancak. Aksi, yani çabasız bir “umut” pazarlama mesaisi en fazla kendini eğlemek ya da kitleyi oyalamak, uyuşturmak, kitledeki pasifliği sürdürmek amacı güdüyordur.

Bu vakitlerde yükseltilen “AKP gidici” söylemi de, işte bu çabasız “umut” tacirliğinin iyi bir örneği. Boylu boyunca bir hamasetin büyütülen varlığıyla karşı karşıyayız. Üstündeki ölü toprağını beğenen muhalefet de her söylemi ve eylemiyle söz konusu hamaseti taçlandırıyor.

AKP neden gidici?

Mezkur söylemin, bir art niyet taşımıyorsa bile dayanaksız bir temenni olduğunu yahut kimi parametrelerin rolünü abartan, o parametrelere muhtemel tek bir senaryo yazan bir tutum olduğunu söylemek gerekiyor.

Nedir peki AKP’nin “gidici” olduğunu düşündüren etkenler? Evvela elbette ekonomik çöküş ve pandemiyle birlikte bu çöküş hâlinin daha fazla insanı derinden sarsması, içine düşülen depresyon ahvali var. İkinci sebepse, rejimin baskıcı, tek tipleşme dayatan mahiyetinin daha fütursuzlaşıp, kesifleşmesi, daha da bunaltıcı bir mizaca bürünmesidir. “Liyakatsizliğin”, torpilciliğin -kendi tabanlarını da yer yer rahatsız edecek ölçüde- iyice teşhir olması, “yönetemiyorlar” sloganıyla birlikte, rejimin içerideki mahiyeti ve bu yüzden “kesin gidiyor olmaları” başlığına iliştirilebilir. Üçüncü olarak da AKP’nin med-cezirli efelenmelerle karakterize olan dış politikasının içte yarattığı maliyet ve yıpranma sayılabilir.

Böyle dışarıdan bakınca “gidiciler” söylemi mantıklı geliyor gibi değil mi? Eh, eğer mantıklı geliyorsa, Türkiye’de tüm vasatlarıyla işleyen bir burjuva demokrasisinin mevcut olduğunu ya da AKP’nin –mesela ANAP gibi, CHP, DYP, Refah gibi– “normal” bir parti oluşunu kabul ediyorsunuz demektir. Ediyor musunuz?

Hâlbuki ortada duran gerçeğin bu olmadığı gayet açık. Öyle ki, tüm diğer hakikatler bir yana seçimlerde her şey muhalefetin lehine gelişecek olsa bile iktidar, aleyhine sonuçları kabul etmeyeceğini ve sonuçları değiştirecek yeteneklere, araçlara sahip olduğunu göstermiştir (7 Haziran-1 Kasım 2015). Sayım sürerken kural değiştirebileceğini de (referandum), yenilgiye mâni olamadığı durumlarda rakibinin zaferini işlevsizleştirebileceğini de gösterdi (İstanbul yerel seçimleri, HDP’li belediyelere kayyumlar).

Bu vaziyetin sebebi oyunu, oyun kurucunun tesis ettiği biçimde kabul etmek ve dahası oyun oynanırken kurucunun kuralları kendi çıkarlarına göre değiştirmesine ses çıkaramamaktadır. Hâl böyleyken, yani bir tarafın elinde bir yığın olanak varken, diğer tarafın elinde tek bir araç (sandık) dahi kalmamışsa, kısır döngü kaçınılmazlaşır.

Sandık varmış gibilik yahut yumuşatalım, sandığa olduğundan daha fazla mana ithaf etmek de, iktidar + muhalefet işbirliğiyle hem pasifikasyonu, hem ümit kesmeyi yaygınlaştırır. Yalnızca düzenin baskı dozunu arttırmasıyla değil, muhalefetin tutumu ve yanlış politikaları neticesinde de, hendek savaşları-15 Temmuz’u takiben kitle hareketleri tamamen geri çekilmiştir. Arta kalan yalnızca bir bekleyiştir.

Bu pasif bekleyiş, şimdi “AKP gidici” retoriğiyle besleniyor.

AKP’yi küçümsemek: Pseudo özgüven

Mizah, siyasal rakiple alay etmek, zaman zaman kimi saiklerle onu küçümsemek elbette oyunun bir parçası. Fakat eğer bu yaklaşım oyunun tümüne şamil bir hâl almışsa orada ciddi bir problem var demektir.

Karşımızda gerçekten neyin olduğunun farkında olmalıyız. Sorun teşhisi hatalı yapılırsa, çözüm önerileri de durmadan bir boşluğa sarkar elbet.

Bir tek-parti devletiyle karşı karşıyayız, bütün imkânlar bir siyasal tekelin elinde ve onun keyfine göre işliyor. Oligarşi içinde -şu an- en ufak bir çelişkinin, ayrıksılığın olmaması da -şımarıklıktan, hiddetten, kardeşlerin ikbal kavgasından, can sıkıntısından ya da manipülasyon gereği ortaya çıkarılan kimi ufak krizleri hariç tutuyorum- AKP/ Erdoğan’ın kudretini sağlamlaştırıyor.

Bu gücü sadece, geniş propaganda bombardımanı/rejim baskısı ağıyla her yere çöken siyasî olanaklar üzerinden değil, aynı zamanda aynı güç sayesinde beslenen milyonlar üzerinden okumak gerekiyor.

AKP’nin rant müştereki sadece Cengiz-Limak-Kolin-Mapa-Kalyon tröstlerini, Çukurambar’ın, Başakşehir’in yeni burjuvazisini, yeni orta sınıfını değil, doğrudan AKP’ye bağımlı olan milyonlarca yoksulu da yarattı. Bu hassas hakikat, ideolojik yönelimi (dinci, muhafazakâr, milliyetçi) gereği zaten AKP’ye oy atanlarla birlikte %30-35’lik kemik ve büyük bir taban yaratmıştır zaten. Ve bu halk bölüğünün çoğunluğu üstelik fanatik Tayyipçidir de. Bu oya, en kötü günde %8’e kadar düşebilecek olan MHP oylarını da dâhil etmek lâzım tabiî. Ve eklemek: Cumhur ittifakı sayesinde AKP, kendi yarattığı sistemin kendi aleyhine olan zaaflarından (%50 şartını değiştirme de zaman zaman gündeme getiriliyor, yaparlar.) MHP sayesinde, MHP/ Bahçeli ise silinmekten AKP sayesinde kurtuldu.

MHP’nin bitmek üzereyken (taban ve kadrolarının %60-70’ini kaybetmişlerdi) kadim programı olan bürokraside örgütlenme durumuna geçebilmiş olması başarılı bir politika olarak teslim edilmeli. Daha ötesi, AKP sonrası devlete hâkim olmak gibi bir hedef de söz konusu olmalı. Tam anlamıyla bir lider/ ikbal partisi oluşu gereği AKP’nin -bu açıdan ANAP’a benzemesi, başka açılardan da ANAP’a benzediği yanılgısını tetikliyor- tamamen çözüleceği bir durağın olacağı muhakkak gibidir.

Muhalefetse HDP’nin üzerindeki şiddet, HDP üzerinden dövülmek ve gerilmekle, zayıflatılmakla, İYİ Parti’nin siyaseten kırılgan yapısıyla malul.

AKP’nin dayattığı siyasal kodlar cesaretle reddedilmediği sürece hiç kimseye, burjuva muhalefetine de zafer yok. Zafer vâki olursa da, onun tadının çıkarılabileceği bir zemin yok.

Ahvalin sosyalist sola dayattığı ise bu demirden zindanın ancak sınıfa dönerek parçalanabileceği gerçeğidir. Ekonomik kriz, tek başına, çok az kişiyi radikalleştirir. Daha çok umutsuzlaştırır, gayri meşruculuğa iter, sağcılaştırır. Faşizme kitle tabanı kurabilir. Bir tarafın hep daha fazla olacağı garanti olan kamplaşmayı kırabilmek için, kamplaşmayı doğru yerden kurma müdahalesinde bulunabilecek bir irade gerek. Burjuva muhalefetinin kuyruğuna takılmak değil.


Not: Vaktinde, sadece kendi sitem olan Fikir Karargâhı’nda yayımladığım fakat siteyi yayından kaldırdığım için dolaşımda olmayan bu yazıyı güncele dair sözü hâlâ son derece geçerli ve mühim olduğu için yeniden yayımlıyorum.

 


Fotoğraf: “AK Parti” by Sean Stayte is licensed under CC BY-NC-SA 2.0.


 

Bu içeriği paylaş: